• Akademik

    Parmakla Sayma

    Velilerim genelde çocuklarının zihinden ve pratik bir şekilde işlem yapmalarını bekler fakat bu becerinin edinilebilmesi için çocukların zamana ihtiyacı vardır.

    Piaget’e göre çocuklar bilişsel anlamda yaş aralıkları ile paralel olarak belli dönemlere ayrılır. 

    • Duyu Motor Dönem (0-2 yaş)
    • İşlem Öncesi Dönem (2-7 yaş)
    • Somut İşlemler Dönemi (7-11 yaş)
    • Soyut İşlemler Dönemi (11 yaş ve yukarısı)

    Yaş aralıklarından da görüldüğü üzere ilkokuldaki bir çocuk dört işlem öğrendiği esnada , somut işlemler dönemindedir. Çocuğun bu dönemde soyut düşünme ve zihinden işlem yeteneği yoktur. 

    Doğal olarak 3’ün üzerine 2 eklediğinde bunu gözleri ile somut bir şekilde, parmaklarını devreye sokarak görmek ister. 

    Biz öğretmenlerin sayma çubukları ya da fasulyeler kullanmamızın nedeni de budur.

    İlerleyen zamanlarda da bir matematik problemi çözerken bolca somut materyallerden faydalanır, mevsimlerin oluşumunu anlatırken pinpon topu vb. malzemeler kullanır, yönlerden bahsederken çocukların kendi bedenlerinden yola çıkmasını sağlarız. 

    “Somutlaştırma” ilkokul düzeyinde olan çocuklarımız için her şeydir. 

    Bu nedenle biz öğretmenler de sınıfta bunu sıkça yapar ve özellikle kavramakta zorlanan çocukların kendilerini de çözüme ortak ederek konunun daha iyi anlaşılmasını sağlarız.

    Yani çocuğumuz parmakla saydığı zaman endişe etmeyelim, kendilerini kötü hissettirmeyelim, korkmadan o minik parmakları ile işlem yapmalarını destekleyelim. 

    Zaman içerisinde bolca işlem yaparak bu durum ortadan kalkacak ve çocuklarımız zihinden işlemler yapmaya başlayacak, kendi yöntemlerini geliştirecektir.

    Yürüme ve konuşma becerileri her bebekte farklı aylarda gelişim gösterebileceği gibi bu tür beceriler de her çocukta daha önce veya sonra gelişebilir.

    Sevgiler

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Duygusal Gelişimi Destekleyen Oyunlar (Başlangıç)

    Çocukların duygularını düzenleyebilmesi ve kontrol edebilmesi için öncelikle hissettiği duyguyu anlamlandırması yani doğru tanımlaması gerekmektedir. Bu ilk oyunda temelde duygu ve davranış ayrımı üzerinde duracağız.

    Bunun en güzel yöntemi de 

    1. Bol iletişim kurmak
    2. Oyunu, iletişimimizde bolca kullanmak

    O nedenle ilk etkinlik “duyguları tanımlama” ile ilgili. 

    Öncelikle elimizde her bir duyguya uygun yüz ifadeleri olmalı ve bu ifadeler üzerine iletişim kurmalı, anlatmalı, sorular sormalı, biz de duygularımızı paylaşmalı ve kendimizden “çocuğun seviyesine uygun” örnekler vermeliyiz. 

    Bu yüz ifadelerini ayna karşısında taklit etmeyi de deneyebiliriz. 

    O zaman gelsin sorular:

    • Bu kartlardaki yüzler için ne söyleyebilirsin? 
    • Evet, burdaki yüz çok mutlu görünüyor. Peki diğeri?
    • Taklit etmek ister misin? Cevap “hayır”sa bunu siz deneyebilirsiniz 🙂 sizin ifadelerinizi de görmek ufak çapta bir sosyal gözlem olabilir.
    • Cevap ”evet” ise her bir duygu üzerine taklit yaptığınız esnada ya da sonrasında, bu duyguyu hissetmesine neden olan olayı paylaşmayı isteyip istemeyeceğini sorabilirsiniz?
    • Asla zorlama ya da ısrarda bulunmayın. 
    • Kendi yaşadığınız ufak anılar ve durumlardan örnekler verin.

    Örn: 

    İş yeride arkadaşınız hiç beklemediğiniz halde doğum gününüzü hatırlamış ve size bir hediye almıştır. Bu durumda öncelikle

    Ne hissettiniz? (Kişinin kendi duygusu)

    Nasıl davrandınınız? (Kişinin kendi düşüncesi)

    Davranışınız sonucunda arkadaşınız ne tepki verdi? (Karşımızdakinin davranışı)

    Arkadaşınız size hediyeyi ne hissederek almış olabilir. (Karşımızdakinin duygusu)

    Gibi detaylarla sosyal ilişkiler ile ilgili doğru örneklemler oluşturmuş olabiliriz.

    Peki o bizimle paylaşımda bulunduğu zaman ne yapabiliriz? 

    Örn:

    Arkadaşı sınıf içerisinde izin almadan eşyalarını almıştır ve o bu duruma çok öfkelenmiştir. 

    Bu paylaşımdan sonra duygu ve davranış ayrımından çok net bahsetmemiz gerekir. 

    Zaten “Hayat Bilgisi ve Türkçe” derslerinde duyguların tanımalamarı ve davranıştan ayrımı kazanımlar içerisinde mevcuttur. 

    Bu noktada “Öfke” hissettiğimizdir. Karşımızdaki, hislerimizi davranış yoluyla göstermezsek anlamayabilir. 

    Arkadaşının kalemini izinsiz alması sonucunda hissettiğin öfke (duygu)

    Arkadaşını öğretmenine söylemen ya da onu bu konuda sözlü (konuşarak) uyarman (davranış)

    Oyun dışı zamanlarda da birlikte insanları gözlemleyerek, “bir film sahnesinde geçen bir olayla ilgili bile olabilir” davranışlar ve duygular üzerine bolca konuşup fikir alışverişinde bulunalım.

    İşte çocuklar bu ikisinin ayrımını net bir şekilde bilişsel olarak kavradıktan sonra, davranış kontrolünde önemli bir adım atmış olacaklardır.

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Neden Yazıyorum

    Öğrencilik yıllarımdan bu yana duygularımı ve düşüncelerimi bir şekilde ifade etmek beni hep rahatlatmıştı. Kendimden bahsetmeyi pek sevmeyen bir insan olarak, günlük tutmakla başlayan yazma maceram, verdiğim küçük molalar dışında benim için bir ihtiyaç olmaya hep devam etti. 

    Bazen konuşurken sesli söyleyemediğim cümleler, kağıt üzerinde daha anlamlı ve çözülebilir gelmeye başlamıştı. İşte bu kısmı çok önemliydi.

    İçimde karmaşaya neden olan bir top yumak, sözcükleri serbest bıraktıkça çözülmeye ve içimde nefes almam için yer açmaya başlıyordu.

    Nefes aldıkça yazdım.

    İyi geldikçe yazdım.

    Yazmaya da devam ediyorum.

    Teknolojinin ilerlemesiyle kağıttan, elektronik ortama taşınan satırlarımı paylaşmak, zihnimdeki her bir yapboz parçasını bir araya getirerek bütündeki “ben”i görmemi sağlıyor. Böylece ekranda asılı duran portremi seyrediyor, bazen eleştiriyor, geliştiriyorum. 

    Bazen de birilerinin portresinde bir yapboz parçası oluyorum. İşte bu da inanılmaz bir iç motivasyon kaynağı oluyor.

    Hayatımda “ben” olmama neden olan ailem ve hayatımın bir döneminde yolculuğuma dahil olan değerli yapboz parçalarıma teşekkür ediyorum. 

    Renkleri ne olursa olsun, onlarsız resmin bütününü asla göremezdim.

    Sevgiler

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Oyuncak Seçerken Nelere Dikkat Ediyorum?

    Genellikle oyuncak seçimimi, oyuncağın ve çocuğumun sahip olduğu özelliklere göre bir öncelik sırası belirleyerek yaparım. Oyuncak ile ilgili sorduğum sorulara gelecek olursak:

    1. Oyuncağın üretiminde kullanılan malzemeler ne kadar sağlıklı?
    2. Oyuncak, çocuğun gelişim dönemine uygun mu?
    3. Oyuncak, çocuğun ilgi alanlarına uygun mu? 
    4. Oyuncak, hangi bilişsel, duyuşsal, duygusal ya da bedensel gelişime (gelişimlere) hitap ediyor. (Aynı anda birden fazla alana hitap eden oyuncakları aldığımda aşırı kârda hissediyorum:)
    5. Oyuncak çocuğun hayal gücünün görevini üstlenir mi? (Bazı oyuncaklar o kadar mükemmel ki çocuğun zihnini kullanmasına ve hayal kurmasına pek bir fırsat vermiyor. Örneğin, tıpatıp mutfak dolabına benzeyen bir minyatür dolap, ya da süpürge sesi çıkaran gerçeğe çok yakın bir süpürge. Dolayısıyla çocuk hayalinde fırının düğmesi dönüyor-muş gibi yapamıyor, ya da süpürge sesi çıkarmak zorunda kalmıyor. Böylece bu mükemmel oyuncaklar benim için mükemmel olmaktan çoook uzaklaşıyor. Bu gözler çeşmesinden su akan oyuncak lavabo gördü 🙂
    6. Oyuncağın tasarımı görsel ya da işlevsel anlamda yaş aralığındaki dikkat düzeyine uygun mu? (Karmaşık ve fazla renkli, karışık sesli ya da notaların gerçek seslerini yansıtmayan oyuncaklar elenir.)
    7. Oyuncak, tasarlanış amacı dışında başka nasıl kullanabilir? 
    8. Oyuncak, ne kadar süre kullanılabilir?
    9. Tabii fiyat da önemli, oyuncağın daha uygunu ve benzeri var mıdır? 

    Bir de aynı gelişim alanına hizmet eden oyuncakları almamaya özen gösteriyorum. 

    Az ve öz oluşunun yanında, çeşitlilikten ödün verilmemeli. 

    Örn: Evde resimli bir sözcük kitabı varsa, ayrıca benzer sözcükleri içeren kartları almam. Ama kitapta hayvanların isimleri varsa, sebze-meyve kartlarını alabilirim.

    Ya da evde etkinlik için aldığım gıda boyam varsa, oyun hamuru almam. Taze taze renkli hamurları oğlumla yapabilirim. 
    Oyuncak seçiminizde yardımcı olabildiysem ne mutlu bana.
    Derya AMAÇ

  • Duygusal

    Çalışan Anne ve Suçluluk Hissi

    Sanırım konuya dünyada “mükemmel anne” diye bir tanım olmadığını hatırlatmakla başlamak en doğru giriş cümlesi olacaktır.

    Toplumdaki cinsiyet eşitsizliğinin giderek azalması ümidi ile sosyal, ekonomik, siyasi vb. birçok alanda güçlü olmayı hedefleyen, hak ettiği saygıyı görmek için (maalesef) çabalayan, kendi ayakları üzerinde durmayı tercih eden, eşine ya da ailesine hesap değil, güç veren ve evladını da kendisi gibi güçlü, ahlaklı, öz güvenli, mutlu, özgür ve başarılı yetiştirmeyi hedefleyen güzel annelere bu yazım. 

    Siz, yavrunuz için en iyisisiniz. 

    Sabrınızın sınandığı anlarda, zaman zaman bir mola vermek, yalnız kalmak istediğiniz anlarda, birisinden destek umduğunuz ama göremeyince insan olarak sesinizi yükseltip, yasaklar koyduğunuz anlarda, işten bazen çok yorgun veya stresli gelip ona vakit ayıramadığınızda ya da acele ile  yemek, ev işi vb. koşuşturup ödevini kontrol edemediğinizde siz çocuğunuz (çocuklarınız) için en iyisisiniz. 

    Bu çaba ve mücadele içinde yalnız değilsiniz. 

    İlerde çocuğunuz, onun güçlü olması için nelerden ödün verdiğinizi görecek ve sizi anlayacak, buna emin olun. 

    Bu süreçte asıl tehlike yazıdaki başlık. 

    Neden mi?

    Çünkü suçluluk duygusu sizi yanlışa götürebilir.

    Çocuğunuza sınır koymanız gereken noktalarda, aslında kendinizi psikolojik olarak rahatlatmak ve bu suçluluk duygusundan kurtulmak adına, çemberi gereğinden fazla genişlettiğinizde, çocuğunuz sizin de dahil başkalarının sınırlarını zorlayabilir ve sürekli almak isteyen, kendi isteklerinden başka bir şey düşünmeyen, empati kurmayan bir birey haline dönüşebilir.

    Bu durumda da sonuç ikiye ayrılır.

    1. Çocuk kendi sınırlarını bilmediği için sosyal ortamda ciddi sorunlar yaşar. Girdiği okul, oyun grubu, arkadaş toplanmaları gibi zamanlarda hep mutsuzdur. Ki ev ortamı da bu mutsuzluğa dahildir çünkü her istediği yapılan çocukların elinden “hayal kurma becerisi ve küçük şeylerden mutluluk duyma hissi” çalınmıştır. 
    2. Siz sürekli sabrettikten sonra, bir noktada artık çok yorulduğunuz ve çocuğunuz da çizgiyi fazla aştığı için sonunda “öfke patlaması” hakkını kendinizde görürsünüz çünkü onun mutluluğu için (aslında burda kendi mutluluğunuz içindir bu sabır, çünkü sizi suçluluk duygusundan kurtarır) zaten yeterice sabır göstermişsinizdir. Sonuç tutarsızlık, istenmeyen öfke patlaması (sakin kalamama), istenmeyen davranış ya da söylemler. Ve kendinize şunu söylersiniz: “Ben her şeyi yaptım ama olmadı. Sınırlarımı çok zorluyor.” Burada da alt metin “Sorun bende değil, onda.” mesajıdır. Böylece “Elveda suçluluk duygusu.”

    Bu noktada her iki sonuca da ulaşmamak için size şunu söyleyebilirim. Bir çocuğun mutlu olması için:

    Tutarlılık, kurallar ve sakin (mutlu) bir aile ortamına ihtiyacı vardır.

    Tutarsızlık= Belirsizlik yalnızca çocuklar değil, yetişkinler de dahil her birey için ciddi bir baskı oluşturur. Çünkü birey yaptığı davranış sonucunda ne ile karşılaşacağını bilmez ve beyin ciddi stres altına girer. Bu stres sağlıklı düşünme sistemini bozar. Beyin stres anında en ilkel iki tepkiyi devreye sokar: Kaç ya da savaş!

    Ama çocuğunuzun bu öfke patlaması sonucunda kaçacak yeri yoktur. Çünkü size muhtaçtır. Onun bakımından sorumlu olan siz olduğunuz için bu mümkün gözükmemektedir. 

    Sizinle savaşamaz da çünkü kural koyan ve gücü elinde tutan sizsinizdir. Bu aklının ucundan bile geçmez. 

    İşte bu ortam çocuk için en çaresiz hissettiği anlardır. Bahsettiğim basit bir ses yükselmesi değil, çocuğun kendini bedensel ve ruhsal anlamda güvende hissetmediği patlamalardır.
    Tırnak yeme, kaygı bozukluğu, istenmeyen tik ve davranışlar bu patlamalar sonucunda gelişir. 

    Demem o ki siz patladığınızda şarapnel parçalarınız etrafınıza saçılır, hiç tahmin etmedikleriniz en değerlinizi yaralar ve ruhunda izler bırakır. 

    Sanırım bazen az da olsa bencil olduğunuzu düşünmek ya da suçluluk duymak bu izlere göre daha fazla tercih edilmelidir.

    Kurallara gelecek olursak; kurallar, çocuğun hem kendi hem de çevresindeki insanların sınırlarını bilmesi ve sosyal ortamı da dahil hayatı boyunca mutlu olması için gereklidir.
    Kurallarla büyüyen çocuk (tabii ki nedenleri ile kurallar açıklanarak ve zaman zaman bu kurallar birlikte konarak) kendi sınırlarını da bilir ve kendisine yapılan yanlış davranışlarda doğru tepkiler geliştirip hakkını arayabilir. Çünkü karşısındakinin de durması gereken çizgi bellidir: “Onun sınırları.” Onun için koyduğunuz sınır, bir bakıma onu da güvende tutmaktadır.

    Bir diğer (yine çok önemli bulduğum) neden ise: Kişi kendi hayatını düzenlerken bile kendisine kurallar koyup, bu kurallara uyabildiği ve kararlı olduğu ölçüde sağlıklı bir yaşam sürebilir. 

    Bkz: Özdenetim. 

    Sonuç olarak insan, sosyal bir varlıktır ve sosyal olmaya devam ettiği sürece mutlu olmak için kurallara ihtiyacı vardır. 

    Hiçbir aklıselim yetişkin: “Ben kırmızı ışıkta geçeceğim, böylesi beni mutlu ediyor. Ben özgür bir bireyim.” demez. Çünkü bunun sonuçlarını ve kuralın gerekliliğini özümsemiştir.

    Gelelim sakin kalabilme ve mutlu olmanın önemine. Biliyoruz ki çocuklar yaşamının ilk yıllarında model alarak öğrenir ve aslında sizin davranışlarınız onların karakteri olur.
    Sizin (devamlılık arz eden) öfkeli bir anınızda diş sıkmamız ya da çocuğun davranışına değil, kişiliğine yönelik bir söylemde bulunmanız; bilmelisiniz ki ilerde torununuzun maruz kalacağı tepkiler ve söylemler olacaktır. 

    Bu nedenle çok tipik bir örnek olsa da; uçakta kaza anında maskeyi önce kendinize, sonra çocuğunuza takmanız gerektiği gibi, önce kendimizi mutlu edelim ki çocuğumuza ya da eşimize bu anlamda faydalı olabilelim. Çocuğumuz için istediğimiz önce onun mutluluğu ise bunu neden model olarak göstermeyelim ki. Hem biz de mutlu olmayı hak etmiyor muyuz? 

    Sevgili anneler suçluluk hissini ve kendinizi özgür bırakın, çocuğunuza ihtiyacı olanı verin:

    Sakin ve mutlu bir anne gülümsemesi

    Tutarlı davranışlar

    Çoğunu birlikte konuşarak, nedenlerini anlatarak koyduğunuz kurallar

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Duygusal Gelişim

    EQ (Duygusal Zeka) ile paralel olarak gelişen, çevresel faktörler ile arttırılabileceği düşünülen bir beceridir. 

    Bu gelişim alanı bireyin kendi duygularını anlamlandırma, nedenlerini saptayabilme, sonuçlarını ön görme, buna dönük davranış geliştirme, istek ve arzularını denetleyip “kontrol” edebilmenin yanında; bireyin başka insanların da duyguları ile empati kurup, sağlıklı sosyal ilişkiler kurabilmesini, doğru iletişim yolları belirlemesini sağlamaktadır. 

    Kısacası kişinin “öz denetim” becerilerini edinmesi ile ilgili bir konudur.

    Öyle ki IQ’nuz ve sınav odaklı eğitim sistemimiz sayesinde; iyi üniversitelere girip, iyi bir meslek edinebilirsiniz fakat öz denetiminiz yoksa, sosyal hayatında sorunlar yaşayan, kendi duygu ve düşüncelerini anamlandıramayan, öfkenizi kontrol edemeyen, bir aile kurmakta zorlanan, insanlarla sağlıklı iletişim kuramayan ya da doğru kararlar alamayan birisi olabilirsiniz.

    Peki bu gelişim nasıl sağlanır?

    Burada kilit sözcükler “duygu kontrolü, empati, öz denedim ve öz düzenleme becerileridir.”

    Bu becerileri de ancak duygusal anlamda gelişimimizi destekleyerek sağlayabiliriz.

    Bebekler doğumdan 4 yaşına kadar olan süreçte,  gelişimlerinin gereği duygu kontrollerini sağlamakta zorlanırlar. 

    Yani bebeğinizin, istediklerine anında ulaşma arzusunu kontrol edememesi ve ulaşamadığı zaman da içinden yükselen o öfke ya da yaşadığı hayal kırıklığı gayet normaldir.

    Fakat hayatının bir döneminden sonra bireyin duygusal becerilerinin, sosyal deneyimleri ile git gide artması beklenmektedir. Bu da ailelerin sabır ve öz veri ile destekleyebilecekleri bir olgudur.

    Evet, her çocuk aynı değildir.

    Kimi bu kontrolü erken yaşlarında daha iyi sağlayabilirken, kiminin daha fazla emek harcayarak bu beceriyi edinmesi gerekmektedir. İşte bunun temel nedeni de EQ seviyesinin bir kısmının da (%50 olduğu düşünülüyor) genetik faktörler ile bireye aktarılmasıdır. 

    Örnek vermem gerekirse, “psikolojik etmenlerden bağımsız olarak” eğer çocuğumuz sınıf içerisinde:

    1. Öğretmenlerinden, ailesinden ya da arkadaşlarından istediği anında olsun istiyorsa, 
    2. Çevresi ile ilişkilerinde duygularını ifade ederken yanlış yöntemlere başvuruyorsa, 
    3. Tüm kuralları bilmesine ve anlamasına rağmen uymakta zorlanıyorsa
    4. Dürtülerini kontrol altına alamıyorsa      

    Duygusal gelişiminin desteklenmesi gerekmektedir. Maalesef dürtüselliğin kontrol edilebilmesi birkaç ay gibi kısa bir süre içerisinde kazanılabilen bir beceri değildir. Bu gelişim bir süreçtir, bazen “dürtü kontrolünü sağlayabilecek seviyeye ulaşmak” birkaç seneyi bulabilir. Bu noktada ailelerin sabırlı, anlayışlı ve öz verili davranmaları gerekmektedir.

    Neticede 2 ihtimal vardır; “genler ya da çevre.” Ve ikisinin de kaynağı yine ebeveynlerdir.

    Dolayısıyla bu noktada çocuğumuzun davranışlarına karşı suçlayıcı, yargılayıcı ya da cezalandırıcı olmak sağlıklı dönütler değildir. 

    Peki bu gelişimi desteklemek için neler yapabiliriz?

    O da bir sonraki yazımda 🙂

    Sevgiler

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Çarpım Tablosu ve Ezber Sorunsalı


    Eskiden toplumumuzda, hatta dünyada var olan en yanlış algılardan birisi de “Bir çocuk matematikte iyiyse zekidir.” algısıydı. 

    Maalesef hala şu anda ebeveynlik yapan jenerasyon, bunun yanlış bir düşünce olduğunu bilseler de kendi ebeveynlerinin öğretilerinden kaynaklı hala bu düşüncenin etkilerini üzerlerinde taşıyorlar. 

    Bu yüzdendir ki 2. sınıfların veli toplantısında her öğretmen bu konuya ve konunun öğretimine ilişkin açıklamalar getirir. Tabii her öğretmenin eğitime bakış açısı, deneyimleri, yorumlama biçimi ve doğruları farklı olduğu için bu konuda en belirgin iki düşünce etrafında toplanılır.

    Bunlardan ilki: Öğrenci ezber yapsın.
    Velinin iç sesi ya da bazen dış sesi 🙂
    -Neeee ? Hocam nasıl olur, ezberci eğitime karşıyız. Çocuklar yaparak yaşayarak öğrenmeli. Mantığını anlamalı. Bilgi kalıcı olmalı vb. 

    İkincisi ise: Öğrenci ritmik sayma yaparak çarpımın sonucuna ulaşsın.
    Veliden dönüş:
    -Hocam böyle de say say bitmiyor. Pratik bir yöntem değil. Çok uzun sürüyor. Zaten parmakla sayıyor hala. Ezberlese miydi acaba?

    Sessizlik 🙂 

    O zaman gelin biz 3. yöntemi oluşturalım.

    Sağlık, giyim, tv programları hatta kitaplarlarda olduğu gibi eğitim sektöründe de bazı konular zaman zaman moda malzemesi gibi gündem olur ve sanki o dönemde tek doğru oymuş gibi hissedilir. Diğer doğrular ise “tü kaka” görünebilir. 

    Tıpkı “ezber” in eğitim sisteminin içerisinde bu şekilde olumsuz bir algı ile konumlandırılması gibi…

    Her şeyden önce, bir konunun mantığını anlamak, öğrenmenin kalıcılığı ve daha da önemlisi öğrenilen yöntemin başka bir sorunun çözümüne de aktarılıp kullanılabilmesi açısından çok önemlidir. 

    Çocuklar ritmik sayma (7-14-21-28…) ile çarpmanın mantığını kavrar, fakat kendilerine problem içerisinde 7 tane 8 sorulduğunda, 56’yı ezberden söylerse de dünyanın sonu gelmez. 
    Sonuç olarak 3. Çözümümüz:

    -Öğrencim çarpmanın mantığını tabii ki öğrensin. Tersi zaten düşünülemez. (Parmakla saymasında da hiçbir sakınca yoktur.) Ritmik olarak sık sık sayıları ileri-geri saydıralım.

    Fakat pratiklik kazanması açısından odamızın bir köşesinde çarpım tablomuz olsun, kendi hazırladığı “flashcard”ları olsun. Ara ara anne baba ile soru-cevap yapılsın.  Böylelikle çarpım tablomuzu ezberleyelim 🙂 Bu sözcükten de lütfen bu kadar korkmayalım. Ezberlemek; Öğrenilenlerin uzun süreli belleğe aktarımıdır. Bu da ancak sık tekrarla olur. Hayatımızım ilk yıllarında gördüğümüz her nesnenin adını ezberleyerek (bol tekrarla uzun süreli belleğe aktararak) kendimizi ifade ettik. Biz istesek de istemesek de bu yöntem şarkı söylerken bile tıkır tıkır işliyor 🙂

    Bu nedenle çocuklar çarpmanın mantığını kavradıktan sonra, problem çözerken de sorun yaşamayacaklardır. 

    Gelelim benim sınıfta en çok kullandığım yönteme:

    En çok zorlandıkları ritmik sayma grubu üzerine (altışarlı, yedişerli ve sekizlerli) beste yapmak 🙂 Çocuklarla beraber yaptığım bu besteye dans figürleri eklemek. 

    Sınıfta (6-8-12…) diye bağırırken çılgınca dans edip, teneffüs zili çalıp, sınıfın kapısı açıldığında yetişkin halime keskin bir dönüş yapmak. (Bu arada çocuklar zili duymuyor bile 🙂

    Not: Her ritmik saymamın sonuna kafiyeli bir söz de eklenebilir. (6-8-12 ormanda var bir tilki…) 

    Ne kadar komik, o kadar kalıcı 👍🏼

    Sevgiler

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Neden Böyle Davranıyor ?

    Çocuklarımız duygusal bir problem yaşadıkları zaman bunu ifade etmekte zorlanırlar. Bunun birden fazla nedeni vardır:

    1. Soyut düşünme becerisinin henüz gelişmemiş olması ( Duygular maalesef bir elma gibi somut bir şekilde gözlenemez.)
    2. Hissettiklerinin onun için çok yeni olması( yani duyguyu tanımlayamama)
    3. Duyguyu anlamlandırsa bile sözel anlamda ifade becerisinin yetersiz olabilmesi( bu durum bol iletişim ve sosyal deneyimle aşılabilir.)
    4. Duygusal anlamda öz denetim geliştirememesi ( ki birçok yetişkin bile bu beceriye maalesef sahip değil).
      Nedir bu Öz Denetim ?
      Kişinin yaşadığı olay karşısında, hissettiği duygu durumunun farkında olması, nedenlerini anlamlandırması, bunu karşısındakine ifade etmesi ve hatta karşısındakinden beklentisini bilmesidir.
      Dolayısıyla yavrularımız çocukluklarının ilk yıllarında “Anne ya gel de biraz konuşalım; bugün oyuncağımı arkadaşlarımın yanında elimden çekmen çok canımı sıktı. Bana biraz alan vermen ve isteklerime saygı duyman gerektiğini düşüyorum.” demez.
      Onun yerine inatlaşır, hiç beklemediğimiz yerlerde öfke patlamaları yaşar ya da içine kapanır.
      Onların iç dünyasının kapılarını aralamak istiyorsak,
      Oyun oynarken onları izlemek iyi bir yöntem olabilir.
      👉🏼Oyuncaklarına nasıl davranıyor ?
      👉🏼Onları konuştururken çoğunlukla hangi duygu oyunda hakim ?
      👉🏼Kurduğu oyundaki olumlu, olumsuz detaylar neler?
      Örnek vermem gerekirse;
      Anaokulunda mutlu olmadığını düşündüğüm yeğenimle (5 yaş) evcilik oynamayı teklif ettim ve uça uça kabul etti.
      Hemen bebeklerimizi konuşturmaya başladık ve komşuya misafirliğe gittim.
      Hal hatır muhabbetinden sonra can alıcı sorumu sordum:
      -E komşum senin çocuk anaokuluna başladı nasılmış, mutlu mu ?
      -Hayır, değil. (Hala oyuncağı konuşuyor 🙂
      -Aaaa neden acaba?
      -Öğretmeni bir arkadaşını kucağına alıp sınıftan dışarı çıkarmış. Ama arkadaşı o sırada bağırmış hem de kıyafeti açılmış, göbeği görünmüş. (Gözler kocaman, yüzde bir şok ifadesi)
      Peki burda en sarsıcı olan ne?
      Göbeği görünmüş !?
      Bir eşya gibi taşınmış çocuk.
      Özel alanına girilmiş ve bu durum diğerleri için emsal oluşturmuş :/
      Hooop okul değişikliği…
      Umarım anlatabilmişimdir :/
      Sevgiler

      Derya AMAÇ
  • Akademik

    Düşüyor Ama Asla Kaldırmıyorum

    Böyle söylendiği zaman çoğunlukla nezaketen sessiz kalmayı tercih ederim. Ama burda madem biz bizeyiz fikrimi söyleyeyim 🙂
    Son 50 senedir çocuk odaklı yaşayan aile sayısı gitgide arttı ve aslında hepsinin ortak amacı sağlıklı ve mutlu bireyler yetiştirmek.
    Ama bunu yaparken öğrendiğimiz bazı doğruların gereğinden fazla abartıldığını siz de düşünmüyor musunuz?
    Oğlum hafifçe yere düştüğü zaman ya da kafasını bir yere çarptığında aşırı tepkiler vermekten kaçındım. Her şeyden önce onunun canı yandığında tepkilerini doğru vermeyi öğrenebilmesi içindi bu. Fakat öyle durumlar var ki -özellikle yürümeye başladıkları dönem- düşüyor ve canı gerçekten yanıyor. Bu durumda seçenekleriniz onu görmezden gelmek
    ya da
    -Bak gördün mü düştün, hadi kalk şimdi kendin, demek olmamalı diye düşünüyorum.
    Bu noktada yanına gidip, onunla aynı seviyeye gelip (göz teması), ona sarılıp;
    -Evet oğlum, düştün ve canın yandı, diyerek canı acıyan yerinden öpüyorum. Yine tutup kaldırmıyorum, fakat temasta bulunuyorum ve “onun” farkında olduğumu hissettiriyorum. Benim için önemli olduğunu hissettiriyorum. Hatta durum öyle bir gelişti ki artık düştükten sonra, yanına gitmemi beklemeden ellerini öpmem için bana uzatıyor 🙂
    Ama zemine ya da masaya şiddet uygulamıyorum. ( Bu da ayrı bir paylaşım konusu bence 🙂
    Kas gelişimi; yürürken, tırmanırken ya da bir cismi kurcalarken de gerçekleşir. Fakat güçlü bir psikoloji de ancak; desteklenen, koşulsuz kabul ve sevgiyi hisseden, değerli olduğuna inanan bir zihinle olur.
    Siz, düştüğü zaman görmezden geldiğiniz bebenize güçlü olmayı öğrettiğinizi zannederken; “Tek başınasın.” ya da “Değersizsin.” mesajını da vermiş olmayın.
    Aman dikkat !
    Ayrıca kim düştüğü zaman birisi elinden tutsun istemez ki?

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Kitap Okutamıyorum

    Aslında biraz üzerine düşünecek olursak cümle, başından itibaren ne kadar zorlayıcı ve yanlış hissettiriyor.
    Velilerimden ve yakın çevremden en çok duyduğum sorunlardan birisi de kitap oku”t”ma mevzusudur.
    Bu noktada anne ve babanın iş hayatında oluşu, çocukla akşamdan akşama belli sürelerde kısıtlı görüşülen vakitleri, hafta sonlarına ayrılan kursları ve ailece geçirlen vaktin (duygusal ve sosyal paylaşım dilimi kastedilmiştir) kısıtlılığı, üstüne bir de ödevler + bireye indirgenememiş eğitim sistemi göz önüne alınırsa “Bu şartlarda çok zor, boşverin kitabı da okumasın.” deyip işin içinden çıkabilirim.
    Ama üzgünüm çıkmayacağım 🙂
    Bebelerimiz daha yaşına girmeden ciddi anlamda taklit ederek öğrenmeye başlarlar.
    Sesleri, davranışları, hareket etmeyi, anlamayı, anlatmayı vb.
    Bu noktada neredeyse doğumdan itibaren kitap yaşamının her alanında olmalı diye düşünüyorum. Günün belli saatlerinde kitap okumak “amaç” değil “araç” olarak kullanılmalı.
    Öğrenmek, öğretmek, çocuğumuzu anlamak ya da kendini doğru anlatmasını sağlamak için…Yavrumuzu yetiştirirken birçok konuda çocuk kitaplardan destek alabiliriz.
    “Biz okuma-yazma öğrenene kadar bunu yaptık.
    Şimdi öğretmeni kitap okusun diyor ama okutamıyorum!”
    Her sorunda olduğu gibi bunun da nedeni tek değil:

    1. Her şeyden önce çocuğumuzun gün içerisindeki stres düzeyini, enerjisini, motivasyonunu gözlemledikten sonra ondan beklenti içine girmeliyiz. Siz, işten demoralize olmuş ya da çok fazla yorgun bir şekilde döndüğünüzde koşa koşa kitap mı okumak istersiniz? Bu noktada zorlama, çoğunlukla ters teper.
    2. Çocuğumuz okuma-yazma öğrendi, evet. Fakat hala heceleme düzeyinde ve henüz akışkan bir şekilde okuyamıyor. Peki siz sürekli takılan bir filmi izlemekten keyif alır mısınız ? Ya da ağır çekimde ilerleyen sahneleri. Cevap sizde…
    3. Bir diğer neden ise: Anlamlandırma !!! Maalesef okuma-yazma öğretiminde okuma hızı ve otomatikleşme zihinsel anlamda biraz daha ön planda tutulur ve anlamlandırma geri planda kalabilir. Okuduğunu anlama konusunda hangi düzeyde olunduğu da yine en önemli konulardan birisi.
    4. Peki siz ne sıklıkta kitap okudunuz ya da çocuğunuza bu anlamda doğru model olabildiniz mi?
    5. Okul sonrası ve hafta sonu yapılanlar ne kadar planlı ? Çocuklar sizden planlı ve net olmanızı bekler. İyi ya da kötü her durumda belirsizlik, çocuklar üzerindeki en büyük baskılardan birisidir. Saat okumayı henüz bilmeyen 1. Sınıf öğrencime olay sıralaması ve süresi hakkında anlaşılır düzeyde bilgi vererek bir planlama yapabilirsiniz. 
    6. Hiçbir şekilde mi okumadı. Günde bir sayfa bile olsa: Kitaba başlayıp, okunan metin ile ilgili konuşulup, bu ortamı eğlenceli hale getirip günden güne sayfa sayısını “birlikte konuşarak” arttırabilirsiniz. Her şekilde yeter ki kitapla haşır neşir olup, onu ihtiyaç haline dönüştürebilelim. 
      Derya AMAÇ