• Akademik

    Sesli Okuma

    Özellikle ilkokul çağındaki çocukların okuduğunu anlama becerisinin ve fonolojik farkındalığın gelişimi için zaman zaman sesli okuma yapmaları gerekir. Bu gelişimi sağlayan en temel şey okuma esnasında çocuğun kendi sesini duyması yani “sesli okuma” yapmasıdır. 

    Kendi sesini duyan çocuk: 

    1. Okurken yaptığı hataları daha kolay fark eder.
    2. Okuma hızı ve akıcılığı ile ilgili öz denetim sağlayabilir.
    3. Okumada hızlanır.
    4. Kelime dağarcığını zenginleştirir.
    5. “Vurgu ve tonlamaya dikkat ederek okuma”konusunda kendisini geliştirebilir.
    6. Okuduğu metni aynı zamanda duyduğu için anlama becerisini olumlu yönde destekler.
    7. Dil (telaffuz) becerisinin gelişimini destekler. 

    İlkokul 1. ve 2. sınıfta çocukların birçoğu “okuduğunu anlama” becerisinin gelişiminde ve etkin bir okuma gerçekleştirebilme konusunda zorlanırlar. Bunun en büyük nedeni, okuma-yazma öğrenimi sırasında, okumanın ilk aşamada “mekanik” bir şekilde gerçekleşmesidir. Bkz. Mekanik Okuma

    Çocuk, çoğunlukla sembolleri seslendirir ve “anlama çabası” yalnızca akıcı bir şekilde okuyabilecek aşmaya geldiğinde gerçekten başlar. O nedenle 2. ve hatta 3. sınıf velilerimin bir kısmından şu sözleri duyarım. 

    -Hocam, okuyor ama anlamıyor. Özellikle matematik problemlerini çözerken anlamakta zorlanıyor. Anlasa çözecek…

    Derslerin en temeli “Türkçe”dir.

    Eğer birey okuduğunu anlamıyorsa becerilerini somut bir şekilde göstermekte zorlanır.

    Çocuklarımızın okuduğu metinleri anlamaları için ebeveynlere önerdiklerimizden birisi de çocukların “sesli okuma” yapmalarıdır. Okudukları metin üzerine sohbet etmeleri ve fikir alışverişinde bulunmalarıdır. Böylece okuma-anlama becerisi ile ilgili çocuk, büyük bir yol katetmiş olur. 

    Derya AMAÇ

  • Bilişsel,  Duygusal,  Sosyal

    Oyuncaklardaki Tehlike

    Henüz ilkokula gidiyordum. O zamanlar sokaklar evcilik oynamak için daha güvenliydi. Arkadaşım bezelye yiyen oyuncak bebeğini getirmişti. Kaşığı bebeğin ağzına yaklaştırdığınızda, bezelyeye bağlı yaylı mekanizma pıt diye kaşığın içine kaçıyordu ve bebek kaşıktaki bezelyeyi yemiş gibi görünüyordu.

    Ben de bundan etkilenerek o günden sonra yeşil, küçük ve şirin bezelyeleri, tıpkı o bebek gibi pıt diye yiyivermeye başladım. 

    Bir başka hatırladığım oyuncak anım ise; barbie bebeklerimin boylarına göre aşırı küçük ve asla yere tam olarak basmayan ayaklarıydı. Sürekli bebeği yere doğru bastırıp, ayaklarını benim gibi tam basması ve benim gibi yürümesi için çaba harcardım. Ve eminim geçmişte bunu yapan çocuk sadece ben değildim. 

    Ayrıca barbilerimin simli farlarına ve abartılı rujlarına dokunur, onlar gibi makyaj yapmaya çalışırdım. 

    Oyuncaklarımla oynamayı bırakıp, öğretmen olmam arasında yaklaşık 12 sene var. Neden mi bunu söylüyorum?

    Öğretmenliğe başladığım senelerde 1. sınıf çocuklarımın okula getirdiği oyuncakları gördüğümde dehşete kapıldığımı hatırlıyorum.
    Bu 12 senede ne değişmiş olabilir?

    Şu an piyasada olan oyuncakların yanında;  suratında bir ton makyaj olan ve aşırı zayıf bedenleriyle, asla spor ayakkabı giymeyen barbie bebeklerimiz son derece masum kalıyor. 

    Ki geçmişteki barbie bebeklerin son yıllardaki güzellik algısını oluşturduğu ve plastik cerrahiyi ciddi oranda destekleyen bir plan olduğunu fark etmemek de mümkün değil.

    Günümüzde bebeklerin anormal vücut yapılarından tutun, giyimleri, makyajları, organları, üzerlerine eklenen tuşları ve çıkardığı sesler ciddi boyutlarda anormal. 

    Çocuk oynadığı oyuncağın günlük hayatta gördüğü kişilerin ve kendisinin görünümüne pek de benzemediğini elbette fark ediyor.

    Fakat bu farkındalık onun zihninin bilinçli kısmı.

    Bu tür oyuncakların çocuklarımızın bilinç altına ne gibi etkileri olduğunu kontrol etmemiz mümkün değil ve biliyoruz ki davranışlarımızı asıl yönlendiren “bilinç altımızdaki” deneyimlerimizdir.

    Anormal olanı normal göstermeye çalışan ve çocuklarımızın algısını yönetip kendilerine pazar oluşturmayı hedefleyen dünyadan çocuklarımızı korumak yine bizim elimizde. 

    Televizyonda bir haber görmüş ve inanılmaz etkilenmiştim. Bir anne çocuklarının zihinlerini temiz tutmak amacıyla normal vücut yapılarına sahip olan bebekler satın alıyor, makyajı olan bebeklerin yüzünü asetonla silip onun yerine, tatlış gözler ve çiller yapıyordu. 

    Nasıl güzel bir emek…

    Gelecekte ayakta kalabilmek için birçok firma çocuklara dönük reklamlar, kitaplar, oyuncaklar, çizgifilmler, videolar üretir. 

    Maalesef dünya düşündüğümüzden daha korkunç bir yer. 

    Çocuklarımızı bunlardan korumak ise bizim en temel görevlerimizden biri diye düşünüyorum. 

    Sevgiyle Kalın

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Çocuğuma Ödev Alışkanlığı Nasıl Kazandırırım?

    Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Öğrencilerimin anaokulu öğretmenlerinin bin bir emek sonucu okul olgunluğu kazandırıp, bize teslim ettiği durakta bayrağı devralırım. Anaokulu, ilkokul, ortaokul vs. Hangi sınıf seviyesinde olursak olalım, biliriz ki öğrenmenin tohumlarının ilk atıldığı yer ailedir. Öğrenme sürecinde aile her zaman iş birliği yapmamız gereken hatta öğrencimize fayda sağlamak istiyorsak bunu yapmaya mecbur olduğumuz üç faktörden en önemlisidir.

    Şimdi sizlere öğretmenlik hayatımda ve çevremde en sık gördüğüm ve yapılmaması gereken bir yanlıştan bahsetmek istiyorum.

    Öğrencime, öğrendiklerimi pekiştirmek için verdiğim ödev sorumluluğunu velilerin üstlenmesi.

    Bunun temelde 2 sebebi olabilir:

    1. Ebeveyn, çocuğunun yaptığı yanlış bir davranışın kendi ebeveynliğinin sorgulanmasına sebep olacak bir eksiklik olarak görür. Hatta daha da rahatsız edici olanı, başkaları da çocuğunun yaptığı yanlış davranışı ebeveynin eksiği olarak değerlendirecektir. İşte bu endişe ile kusursuz bir ebeveyn profili oluşturma çabası hem ebeveynin kendisine hem de çocuğa ciddi zarar verebilecek bir tutumdur.
    2. Ebeveyn, çocuğunun öğrenmesinden sorumlu hisseder ve gerek akademik hayatında gerekse ileriki yaşamında başarılı olabilmesi için temelden bazı becerileri çocuğu zamanında edinsin ister. Bu da gayet olağan bir duygudur ve her anne-babanın önemsemesi gereken bir konudur; çocuğunun iyi bir eğitim alması ve temelinin sağlam olması.

    Bu noktada eğer birinci seçeneğin size ait bir sebep olduğunu düşünüyorsanız. “Kimliğini Aramak” adlı yazıma göz atabilirsiniz. Çekinmeyin, kimse bunu okuduğunuzu bilmeyecek…

    Eğer ikinci sebebi kendinize yakın buluyorsanız şunu söyleyebilirim ki; çocuğunuzun iyi bir eğitim alması için duyduğunuz kaygılarınızdan siz sorumlusunuz. Bu kaygıları doğru yönetmek ve yönetirken de çocuğunuzun öğrenme isteğini zedelemeden, kendinize ait olmayan sorumlulukları almadan çocuğunuza rehber olabilmek sizin göreviniz. Kaygılarınızı yatıştırmasını ilkokul çağındaki bir çocuktan bekleyemeyiz. Peki ama bu haklı kaygılarımıza nasıl çözümler üretebiliriz?

    Çocuğu ilkokul 1. Sınıfta okuma-yazma öğrenme sürecinde olan velilerime hep şunları söylerim;

    • Çocuğunuzun sorumluluklarını doğru bir şekilde yerine getirip getirmediğini kontrol edebilirsiniz. Çocuğunuz, evde yaptığı tekrar çalışmalarının sorumluluğunu alıp almadığının kontrol edildiği, bu konuyu önemsediğinizi ve öğretmenle iletişim halinde olduğunuzu her zaman bilmeli.
    • Sizler de ebeveyn olarak yerine getirdiğiniz sorumluluklardan çocuğunuzun seviyesine uygun olanları onunla paylaşabilir ve ona örnek olabilirsiniz. Çocuğunuzla, herkesin sorumlulukları olduğunu ve bu sorumlulukları üstlenmenin tüm aile bireyleri için faydalı olduğunu konuşabilirsiniz.
    • İlköğretim 1. Sınıfın ilk dönemi, yani çocuğunuz okumayı sökene kadar okuma-yazma içeren ev çalışmalarında yanında kalıp destek olabilir fakat sonrasında desteğinizi aşama aşama geri çekmelisiniz.
    • Hafta içi ve hafta sonları yapılması gerekenler ayrı ayrı planlanmalı; bu planlama yapılırken çocuğunuzu sürece dahil etmelisiniz. Daha sonrasında elzem bir durum olmadıkça plana uymak konusunda kararlı bir tutum sergilemelisiniz. Bu noktada belki ilk iki hafta bir direnç görebilirsiniz fakat sonrasında sizin kararlı tutumunuzu gören çocuğunuz daha uyumlu bir şekilde birlikte hazırladığınız plana uyacaktır. Planlamada saat belirlemek yerine bir görev sıralaması yapmanız da yeterli olacaktır. En nihayetinde biliyoruz ki kurallar ve düzen çocukların bulundukları ortamda rahat hissetmesini sağlar. Bu düzene doğdukları günden itibaren farklı şekillerde (uyku rutinleri, beslenme düzenleri, banyo saati vb.) ihtiyaçları vardır.
    • Çocuğunuz hafta içi okuldan eve geldikten sonra dinlenme aralığı ardından plana bir sorumluluk eklenmeli, hevesini kurduğu etkinlik vb. ne ise sorumluluk tamamlandıktan sonra ona planda yer verilmelidir. Özellikle hafta sonu “Şu partiye gidelim de dönüşte ödevini yaparsın.” söylemleri sorumluluğun çocuk tarafından ertelenebilir bir görev olduğuna inanılmasına sebep olacaktır.
    • Önceliğinizin sorumluluklarımız olduğu konusundaki ciddiyetinize çocuğunuzu inandırmak ve net olmak önemli ve zor bir görevdir.
    • Evde demokratik bir ortam sağlamak ve çocuğumuzun da birçok konuda fikrini almak elbette önemlidir fakat bazı doğrular vardır ki tartışmaya veya ikna çabasına girişmek anlamsızdır. Çocuğunuzla ödevlerle ilgili asla çatışma ve tartışma ortamı yaratmamalı; çocuğunuza istikrarlı, plana sadık, sakince rehberlik etmelisiniz.
    • Ve son olarak evet! Çocuğumuzun hayat başarısı, sorumluluklarını bilmesi ve ödevlerini yapması önemli. Ancak sizin çocuğunuzla kurduğunuz iletişim dilinin açık ve anlayışlı oluşu, onunla sağlıklı bir ebeveyn çocuk bağı inşa edebilmeniz hepsinden daha öncelikli ve hatta tüm hayat becerilerinin/başarılarının ön şartıdır.

    Ödev sizin değil çocuğunuzun bir sorumluluğudur.

    Desteğe ihtiyaç duyduğu durumlarda öğretmeni ile iletişim kurması gerektiği konusunda çocuğunuzu yönlendirmeli ve öğretmen ile mutlaka iş birliği yapmalısınız.

     

    Sevgilerimle

    Derya AMAÇ

  • Bedensel

    İnce Motor Kas Becerileri

    Çocuğumuz ilkokul 1. sınıfa başladığı zaman edineceği en önemli kazanımlardan birisi okuma-yazma becerisidir. Dolayısıyla bu beceriyi kazandırırken öğretmen ve ebeveyn oldukça hassas davranmalı ve iş birliği yapmalıdır.

    Bu süreçte “Ses Temelli Öğretim Yöntemi” esas alınır ve harflerin;

    1) Doğru sesletimi

    2) Doğru yönde yazımı oldukça önemlidir.

    Fakat bilinmelidir ki her konuda olduğu gibi bu konuda da çocuklar birbirlerinden bazı farklılıklar gösterebilmektedirler. Çocukların hem bilişsel gelişimleri hem de motor kas becerileri gelişimleri birbirlerinden farklı düzeylerde olabileceği için kimi öğrencinin daha fazla zamana ve pratiğe ihtiyacı olabilir.

    Bu yazımda sınıfta yazı yazarken motor kas becerileri henüz sınıfla aynı seviyede olmayan çocuklar için ne yapılabilir, bunlardan bahsedeceğim.

    Her şeyden önce sabır..

    Sınıfta diğer arkadaşları gibi hızlıca yazıp etkinlikleri tamamen bitirmesi için çocuğa baskı yapılmamalı. Bu durumda çocukta, her yazı yazdığında “yetersizlik” duygusu pompalanabilir ve bu duygu tüm okuma-yazma sürecini olumsuz etkileyebilir. Çocuk, ilerleyen zamanlarda tamamen “okumaya” karşı bir antipati geliştirebilir ve kitap okumayı reddedebilir.

    Peki ince motor-kas gelişimi için neler yapılabilir?

    Parmakları çalıştıracak her aktivite bizim için önemlidir:

    1. Oyun hamurları ile oynamak
    2. İpe boncuk dizmek
    3. Kes/yapıştır etkinlikleri
    4. Kinetik kum oyunları
    5. Tutmaya teşvik eden oyuncaklar
    6. Legolarla oynamak
    7. Düğme iliklemek
    8. Kalem kullanacağı etkinlikler yapmak (boyama, bulmaca vb.)
    9. Piyano, flüt gibi enstrumanlar çalmak
    10. Misketlerle oynamak
    11. Tebeşir kullanmak

    Tüm bu aktivitelerle çocuğunuzun ince motor kas becerilerinin gelişimini evde de destekleyebilirsiniz.

    Derya Amaç

  • Sosyal

    Sağlıklı Bir Oryantasyon Süreci Nasıl Olmalıdır ?

        Oğlumla 3 yaş anaokulu oryantasyon sürecinde yaşadığımız olumsuzluklar sonucu, üzerinde çok düşünüp araştırma yaptığım bir konu oldu oryantasyon.

        Bizler sınıf öğretmenleri olarak oryantasyon sürecinde ilkokul 1. sınıfa başlayan öğrenciler için rehberlik biriminden ciddi bir destek alır ve süreci birlikte yönetiriz. Okul yönetimi de her anlamda bizim arkamızdadır ve zaman zaman öğrencinin bireysel özelliklerine uygun olarak insiyatif kullanmamızı destekler.

         Öğrenciler öncesinde bir okul öncesi eğitim görmüş olsalar bile sürecin hassasiyetinin farkında olup şu hususlara çok dikkat ederiz:

    1. Veli ile öncesinde bireysel görüşme yapılarak öğretmen ile birebir tanışma ve veliye güven verme.
    2. Oryantasyon süreci hakkında kullanacağımız yöntemler ile ilgili kısa bir bilgilendirme.
    3. Öğrencinin güvenini kazanmak adına veliden öğrenci hakkında alınabilecek bilgilerin not alınması.
    4. İlk etapta öğrencinin sınıfa, evdeki güven ortamını hatırlatabilecek bir oyuncak vb. eşyanın getirilebilirliğinin bilgisinin veliye iletilmesi.
    5. Veliye bu süreçte evde yapabilecekleri hakkında önerilerde bulunmak. (Oyun kurma, kitap okuma, okul ile ilgili örnek videoların izletilmesi vb.)
    6. Öğrencinin sınıf içinde de oryantasyon sürecinin ilk bir ay bazı durumlarda akademik becerilerinden de önde tutulması gerektiği bilgisinin veliye iletilmesi.

         10 yıllık öğretmenlik kariyerimde ilkokul 1. sınıfa alışma süreci 2 haftadan daha uzun süren öğrenciyle hiç karşılaşmadım. Fakat biliyorum ki süreç uzar (örn bir ay sonrasında); öğrencide bir ilerleme gözlenmez ve kaygı düzeyi her geçen gün artmaya devam ederse bir uzman desteği-okul- veli işbirliği içinde yeni bir yol haritası oluşturabilir ve sürece dahil olanlar ayrıca desteklenebilir.

         Okul öncesinde ise bu sürecin çok daha hassasiyetle ilerlemesi gerektiği kanısındayım.

         Değil bir okul ortamı görmek, annesinden daha önce ayrılmamış, ayrılsa bile (anne/baba çalıştığı için bunu mecburi yaşayan) duygusal ve bilişsel anlamda bakımını üstlenen kişiden henüz bağımsızlaşamamış çocuklar için bu süreç çok daha titiz ilerletilmelidir.

         Süreç içinde yapılacak en ufak zorlama, ısrar veya çocukta baskı oluşturabilcek derecede uzun süreler alan ikna çabaları durumu çok daha olumsuz bir noktaya taşıyabilir.

         Okul öncesi dönemde oryantasyon sürecinde ayrıca dikkat edilmesi gereken hassas noktalar:

    1. Çocuğa bakım veren kişinin oryantasyon süreci başlamadan önce kitaplar ve oyunlar aracılığı ile ön hazırlık yapması
    2. Çocuğun okulda kalma saatlerinin kademeli olarak arttırılması. (Örn: ilk olarak 30dk ile başlanıp günden güne arttırılması)
    3. Çocuğa okulda olduğu süre içinde bakım veren kişinin de orda olacağı ve okul süresi bittiğinde beraber okuldan çıkılacağı bilgisinin verilmesi.
    4. İdare ve öğretmenlerin sürece aileyi “memnuniyetle” davet etmeye istekli olması
    5. Çocuğukta merak uyandıracak ve onu sınıfa teşvik edecek tekniklerin oyunla gerçekleştirlmesi.
    6. Çocuğun tepkilerini doğru okuma ve gerektiğinde ona alan açmak; devamlı olarak baskı niteliğinde bir ikna sürecine sokmadan sabırla ilerlemek.
    7. Çocuğun hızında ilerlemek ve gerekirse bu sürecin 1 ayı bile bulabileceği hem eğitimcilerin hem de velilerin kendileri tarafından kabul edilmiş olması
    8. Asla ama asla çocuğun bedeninde kendisinden çok söz sahibi olduğumuzu düşündürebilecek davranışlardan kaçınmak. (Zorla kucağa alıp götürmek, elinden kolundan tutup zorla çekiştirmek vb.) Bu maddeyi ekleme sebebim; maalesef bu zihniyette eğitimcilerin olduğunu görmem ve buna mecbur hissetmemdir. Sevgili Veli Okurlarım,  çocuklarınıza böyle bir zorlama ile yaklaşan eğitimcilerden çocuğunuzu korumanızı ve oradan son sürat kaçmanızı öneririm.
    9. Oryantasyon süreci içinde çocuğa karşı dürüst olmak ve yaşayacağı olumsuzluklardan da bahsetmek.( Bazen sınıfta yüksek ses olabilir çünkü çocuk sayısı fazla ya da öğretmen yüksek sesle size seslenebilir bunun nedeni size sesini duyurmak istemesidir vb.)
    10. Çocuğun okulda yardıma ihtiyacı olduğu her durumda öğretmenlerinden güvenle yardım isteyebileceği konusunda onu yönlendirin.
    11. Veli olarak elbet bu süreç sizi de duygusal olarak zorlayabilir fakat endişelerinizi çocuğunuza hissettirmeden sakin bir şekilde onu karşılayın ve kendinizi telkin edin.
    12. Çocuğunuzun duygularını anladığınızı belli edin ve kaygısını asla görmezden gelmeyin.
    13. Bu kaygıların normal olduğunu ve kendisinde bir sorun olmadığını ona hissettirin. “ Biliyorum senin için her şey çok yeni ama burdaki çocuklar senin arkadaşın olacak, öğretmenlerin seninle oyunlar oynayacak ve zamanla burada daha rahat ve mutlu hissedeceksin. Sorun yok. Alışana kadar ben yanında olacağım.”
    14. Bazı veliler elleri ile itekliyor çocuklarını, sınıfa ya da öğretmene doğru. Burada çocuğun duygusu ile empati kurup ne hissedebileceğini anlayabilmek çok önemli. Veli de şaşkın tabii… Diğer çocukları sınıfta görüyor ve “Bir sorun mu var, biz yanlış bir şey mi yaptık?” gibi düşüncelerle gerilebiliyor. Hayır!  Sadece her çocuk farklıdır ve hepsinin kendi güçlü yönleri vardır. Ayrıca çocuk gelişiminde bir ay bile; bilişsel, sosyal, bedensel birçok anlamda büyük farklılklar doğurabilir.
    15. Belli bir süre geçmesine rağmen çocuk hâla okula, sınıfa ya da öğretmenine bir şekilde güvenmemişse bir bildiği vardır elbet ve bunu ifade edemiyor olabilir. Ya da belki sadece okula hazır değildir.

         Sürece ara verebilir veya uzman bir psikoloğa danışabilirsiniz.

         Son olarak bir çocuğun ilk öğretmeni, çocuğun kafasındaki “okul” tanımını ilk defa şemalandıracak olan en önemli kişidir.

         Dolayısıyla eğitimcinin; sevecen, güven veren, sakin, anlayışlı, örnek bir “insan” olması çok önemlidir.

         Bu özellikler göz önüne alındığında tersi durumda çocuk okula karşı olumsuz bir algı geliştirebilir yani okulu sevmez ya da kurallar ve katı bir sistemle baskılanır, kendine olan güveni zedelenebilir.


    Tüm bu süreçte önce çocuklara sonra da veli ve eğitimcilere bol şans diliyorum.

    Sevgiler

    Derya Amaç

  • Akademik

    Fonolojik Farkındalık


    Çocuklarda, işitsel dikkat becerisi ile paralel olarak süreç içinde gelişim göstermesi beklenen bir beceridir. Birey duyduğu sesleri, sözcükten bağımsız olarak ayırt edebilir ve hecelerine ayırabilir. Bu farkındalık bilinçli bir konuşma, okuma ve anlamayı da beraberinde getirir. 

    Okuma-yazmayı söken her çocuğun maalesef “Fonolojik (sesbilgisel) farkındalığı vardır.” diyemeyiz.

    Bunu diyebilmek için çocuğun sözcükleri:

    1. Meydana getiren sesleri duyduğu sırada ayrıştırabilmesi
    2. Doğru telaffuz edebilmesi
    3. Hecelerine doğru bir şekilde ayırabilmesi
    4. Her bir sesi ifade ederek kodlayabilmesi (k-a-l-e-m) gerekmektedir.

    Okuma-yazma öğretimi sırasında henüz bu farkındalığı tam kazanmamış olan çocuklar, bazı sözcükleri ezbere okumaya çalışabilir ya da anlamlı bir okumaya henüz geçmemiş olabilir. Bu 

    Her konuda olduğu gibi bu konuda da çocukların doğru bir yönlendirme ve zamana ihtiyaçları vardır. 

    • Uyak ve ses tekrarı içeren şiirler, maniler, tekerlemeler okumak/dinlemek faydalı olacaktır.
    • Görseli ya da videosu verilmeyen ortam ya da canlı sesleri dinletilerek, çocuktan bu seslerin nereye ya da neye ait olduğunu bilmesi istenebilir. (Örn; şelale sesi, kafedeki ortam sesi ya da hayvan sesleri…)
    • Okuma-yazma öğretimi esnasında, ses ve heceler birleştirilerek ilerlenmeli ve aşama aşama gerçekleşmelidir. 
    • Ezbere okuma yapmaya çalışan çocuklarda; kelimenin tamamı yerine, sırasıyla heceler açılarak okuma çalışması yaptırılmalıdır.
    • Nesnelerin adları söylendikten sonra baştaki, sondaki, ortadaki (sesler) harfler çocuğa sorulabilir. 
    • Kelimelerin seslendirilmesinden sonra, ilk ya da son heceleri çocuğa sorulabilir. 

    Çocuğumuzun konuşmayı öğrendiği ilk yıllarda:

    1. Onunla bebek konuşması yapmamak (Ya şen ne kaday tatlışınnnn vb.)
    2. Eylemleri doğru sözcükleri ile ifade etmek (bıcı bıcı yerine duş almak, atta yerine dışarı çıkmak…) çok önemlidir. 

    Okul öncesi dönemde (0-6 yaş) çocukların birçoğu, bazı sözcükleri telaffuz etmekte zorlanabilir. Bu durum normaldir. 

    Çocuğu baskılamadan sözcüklerin doğru ifade edilişini göstermek yeterli olacaktır. 

    Fakat ilerleyen süreçlerde bu durum iyileşme göstermeden devam ediyorsa ve çocuk konuşurken hala bebek konuşması yapıyor ya da akranları veya yetişkinler söylediklerini anlamakta zorlanıyorsa bir uzmana danışmakta fayda vardır.

    Sevgiler

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Elektronik Göbek Bağı

    Geçenlerde çocukların aileleri ile olan bağ kurma şekilleri ile ilgili okuduğum bir makalede, dikkatimi oldukça çeken bir tanımlama oldu bu başlık. 

    Nedir bu “elektronik göbek bağı”?

    Malum çağımızda her konuda birçok işimizi kolaylaştırmak için teknolojiden faydalanıyoruz. Hatta öyle ki sosyal anlamda kurduğumuz iletişimlerin çoğu artık teknolojik araçlar üzerinden. Bazen de çocuğumuzun güvenliği için kullandığımız bazı araçlar var. 

    Doğduğu andan itibaren evde, okulda ya da bizden uzakta olduğu zamanlarda güvende olduğundan emin olmak için kullandığımız; ev içi kameralar, akıllı saatler, telefonlar vb…

    Anne baba, yoğun çalışınca ve günün büyük bir bölümünde çocuklarının yanında olamayınca çok doğal olarak çocuklarını emanet ettikleri kişinin ya da kurumun yapısından çok kendi kontrollerine güvenmek isterler. Bu kontrol isteği de bence normaldir çünkü çocuğun birincil sorumluluğu ebeveyndedir ve içi rahat bir şekilde çocuğunu gözlemlemek istemesi anormal bir durum değildir. Günümüz şartlarında işini iyi yapan bakıcı ve kurumları bir kenarda tutarsak, bakıcılar ile ilgili talihsizlik yaşayan anne babalar olmuştur ya da çocuğu serviste unutulan ebeveynler… 

    Sırf saati olduğu için yardım isteyen ve bu şekilde kurtarılan öğrenciler…

    Fakat her konuda olduğu gibi bu konuda da sınırlarımızı çizmek ve durmamız gereken yeri bilmek “yine çocuğumuzun iyiliği için” çok önemlidir.

    Hiç unutmam birkaç sene önce bir öğrencimde şöyle bir davranış gelişmişti;

    Arkadaşına onaylamayacağımı düşündüğü bir davranış ya da söylemde bulunduktan sonra panikle (ama paniğini gülümsemesi ile gizlemeye çalışarak) ve oldukça şirin bir yüz ifadesi ile:

    • Öğretmenim, ben arkadaşımın çantasından kalemini aldım sonra yere düşmüş kırılmış ama ben kırmadım. 
    • Öğretmenim, ben şunu… yaptım ama bir daha yapmayacağım.
    • Öğretmenim arkadaşıma şöyle söyledim ama sonra konuştuk anlaştık…

    Bu öğrencim hiç abartısız nerdeyse her teneffüste yanıma gelir ve belki de benim hiç fark etmeyeceğim bir hatasını devamlı bana açıklar ve arkadasından “uyarı” istemediği için hemen çözümünü anlatırdı.

    Uzun süre düşündüm. Sorun nedir? 

    Neden bu kaygı? 

    Neden bu uyarılma endişesi? 

    Onu görmedin zamanlarda bile benim hatasını fark etmiş olabileceğimi düşünmesine sebep olan ne olabilir? 

    Böyle durumlarda önce kendimi sorgularım. Acaba sınıf içinde bi olaya gereğinden fazla mı tepki verdim? İnsanız ya…

    Acaba bir yerde kendimi yanlış mı anlattım? Çocuk ya, algıları bambaşka…

    Sonra veli toplantısında aileye şunu sordum:

    • Öğrencim okuldan eve geldikten sonra neler yapıyor? Aldığım cevap:
    • Hocam anne de ben de eve geç geliyoruz. Olum/kızım eve gittiğinde bakıcı onu karşılıyor. Yemek yedikten sonra dersine oturması gerek fakat bazen tv ye dalıyor. Kameradan bakıp arıyorum evi. Oğlum/kızım seni kameradan görüyorum. Hemen dersinin başına …

    Devamını anlatmama gerek yok sanırım.

    Ama biraz empati yapalım. 

    Eviniz sizin mahreminiz ve en rahat hissettiğiniz yer olması gerekir. Akşam işten eve dönüyorsunuz. Yemekten sonra dinlenmek için şöööyle bir koltuğa uzanıyorsunuz. Arkasından telefon çalıyor. Anneniz ya da babanız:

    • Kalk çabuk. Seni izliyorum burdan. İş yerinde tamamlayamadığın evrakları tamamla hemen. Kapat tv.yi…

    Burada ciddi soruna neden olabilecek durum şudur:

    1. Hangi zamanlarda izlenmediğimi bilmiyorum.
    2. Mahremim yok.
    3. Her an kontrol altındayım.
    4. Her an izlendiğim düşüncesiyle öyle iç içeyim ki, uyarı almamak adına kontrol mekanizması ne derse onu yapmalıyım.

    Sizler çocuklarınızla aynı ev içerisindeyken, çocuğunuz yan odada sizlerin kendisini göremeyeceğini bilir. Fakat siz evde yokken kamera hep ordadır. Bir göz tarafından devamlı izlendiğini düşünmek ciddi sosyal ve duygusal sorunlara neden olabilir. Gözümüz elbet hep onların üzerinde olur. Fakat çocuklarımızı izlediğimizi onlar bilememeli. Her an işi gücü bırakıp onları izlemenin anormalliğinden bahsetmiyorum tabii…

    Sonuç olarak velim ile kameranın amacı ile ilgili bir konuşma yaptık. Bunu öğrencim ile evde konuşmalarını rica ettim. Sonrasında bir daha kameradan bir davranışı görüp aramamaları gerektiği konusunda anlaştık. Tabii öğrencime de şu açıklamayı yapmak en önemlisiydi: Biz seni izlemiyoruz. Bizim de iş yerimizde kendi görevlerimiz var. Onlarla meşgulüz. Sen bizi aradığın zaman kameradan sana bakacağız. “Yardıma ihtiyacın vardır.” diye düşünerek…

    Sonuç olarak bazen,  iyi niyet kötü sonuçlar doğurabilir. Çocuklarımız anne rahminden çıktıkları andan itibaren, bizlerden bağımsız ve kendilerine yetebilecek güçte bireyler olmaları için elimizden geleni yapmalıyız. Bazen göz göre göre düşeceklerini bilsek de, kalkmayı öğrenmeleri için aşırı bir müdahale göstermeyeceğiz. Bizler çocuklarımıza hayatları boyunca bir rehber ve en zor zamanlarında sığındıkları liman olabiliriz. Ama asla “koruma” adı altında baskılayan ve yönetmeye çalışan bir tutumla onlara bir fayda sağlayamayız. Özetle: doğduktan itibaren elektronik bir göbek bağıyla onları besleyemez, ancak kişiliklerini (benliklerini) zedeleriz. Her şey kararında fayda sağlar.

    Sevgiler

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Çocuğum Yazı Yazmak İstemiyor

    Çoğunlukla bu isteksizliğin 2 nedeni vardır:

    1. Biyolojik nedenler
    2. Sosyal nedenler

    Bizim için çok basit görünen “yazma” işlemi, ilkokula yeni başlayan çocuğumuz için daha zor olabilir. Özellikle erkek çocuklarında daha geç gelişen ince motor kas becerileri (parmak kasları buna bir örnek), kalemi tutarken, küçücük alana yeni öğrendiği sesi hem de yönüne uygun bir şekilde sığdırmaya çalışırken ciddi bir efor harcar. Bu kısmı nedenlerin biyolojik olanıdır. Yani kas gelişiminden kaynaklı, çocuk çabuk yorulduğu için isteksizdir.

    İşin kötüsü çizdiği harfin hatalarını da net bir şekilde gördüğünden, iyi yazamadığını düşünür, yapmakta zorlandığını fark eder ve motivasyonu düşer. Bir de başında devamlı, ona yanlışını gereğinden fazla vurgulayan, her hatasını düzelten, mükemmeliyetçi, güzel yazdığı harfler için onu taktir etmeyen, yazdıklarını silen ya da yırtan bir ebeveyn varsa; kim yazmak ister ki?

    Zaten bir cümle için çok emek harcamıştır ama yazmak için uğraştığı kelime hem beğenilmez hem de silinir gider. İşte bu kısmı da sosyal nedenidir. Çocuk, yazdığı yazının çevresi tarafından beğenilmediğini düşünür ve çoğunlukla düzeltildiği için yazmaya isteksizdir.

    Öncelikle çocuğun penceresinden bir bakalım:

    • İlkokula başlamadan önce okuma-yazma ile ilgili bu kadar sembol ve kural yoktu. 
    • Şimdi hem okuma hem yazmayı daha fazla yapıyoruz.
    • Daha küçük satırlara o harfleri sığdırmam lazım. 
    • Yazarken bir yandan da harflerin yönü doğru olmalı.
    • Parmaklarım, yazarken gerçekten çok yoruluyor.
    • Bu uzun yazıları yazmak düşüncesi bile beni strese sokuyor çünkü başarabileceğimden emin değilim.
    • Peki ya bu yazdığımı da beğenmedikleri için silerlerse… O zaman baştan mı başlamam gerek?
    • Bazen de bakmadan yazmam gerekiyor ama ya “atlet” derse annem… Onu henüz bakmadan yazmayı bilmiyorum…

    Peki ne yapabiliriz? 

    • Her gelişim döneminde yaptığımız gibi, hızlı bir sonuç beklemek yerine okuma-yazma sürecinde de ona zaman verelim.
    • Hevesini kıracak olumsuz söylemlerden olabildiğince kaçınalım.
    • Hatasını söylerken, mutlaka olumlu bir dil kullanalım. Örn: “e” harfini çok beğendim, belki biraz “t” üzerinde durabiliriz ama eminin kısa bir zamanda onu da çok güzel yazacaksın. 
    • Yazdığını silerken kendisine soralım ya da nedenini açıklayalım. Mecbur kalmadıkça silmekten kaçınalım. Örn: “Emek verdiğin için silmeyi hiç istemiyorum bu sözcüğü ama daha iyisini yapabileceğine eminim.”
    • Yorulduğunu söylediğinde “makul bir süre sonra” kısa molalar verelim.
    • Çabası için onu taktir edelim.
    • Çocuğumuza güvendiğimizi hissettirelim.

    Tüm bunların dışında yazı yazdığı ortamda rahat olduğundan emin olalım. (Masa-sandalye boyutu, rahatlığı, uygun bir kalem ve sessiz bir ortam.)

    Çocuklarımızla empati kurmaya çalışırken beden ve algısı gelişiminin bizden çok farklı olduğunu unutmayalım. 

    Sevgiler

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Çocuğum Hakkını Arasın


    Öğretmenlik hayatımda öğrencilerimle ilgili en çok zorlandığım konulardan birisi; çocuklara sınırları ile ilgili farkındalık oluşturma süreçleriydi. Çocuklarımın ciddi bir çoğunluğu haklarını çok iyi biliyordu. Bu durum bana muazzam bir mutluluk veriyordu çünkü biliyordum ki o çocuklar büyüdükleri zaman bu ülkenin bir ferdi olarak kimseye haklarını yedirmeyeceklerdi. Haksız olan güçlü olmayacaktı belki artık. Çocuklarımın haksızlık karşısında seslerini yükseltmesi bu yüzden hep bir bakıma umutlarımı yeşerten bir durum olmuştu. 

    Fakat bu süreçte rahatsızlık veren bir detay vardı.  Aslında çok da önemli bir detaydı bu. 

    Evet! Çocuklarım kendi haklarını çok iyi biliyorlardı, ama bazıları için başkalarının haklarının hiçbir önemi yoktu. 

    Peki bireyin kendi hak ve özgürlüklerinin sınırı nerede çizilmeliydi?

    Çocuklarımızı dış dünyadan korumak için onlara haklarını aramayı öğretirken; aslında istemeden başkalarının hakkını yiyen bireyler haline mi dönüştürüyorduk? 

    Çocuklarımıza başkalarının haklarını önemsemeyi nasıl anlatacaktık?

    Böyle durumlarda evde nasıl bir ortam olduğunu bir öğretmen olarak hep çok merak ediyordum. Ne görüyordu da çocuklar, düşünce yapıları bu yönde bu derece coşkuyla gelişirken, empati yönleri bu kadar zayıf kalıyordu?

    Konu tamamen sınır koymakla alakalıydı. 

    Kendi çocukluğundaki eksik yaşantılarını ya da bir şekilde eksik kalmış nesneleri (bir oyuncak, bisiklet vb.), kırgınlıklıklarını, haksızlığa uğramış o küçük hallerini onarmak için ebeveynler kendi çocuklarını seçiyordu.

    Belki söylediğim çok mantıksız gelecek ama birçok ebeveyn aslında kendi çocukluğunu onarmak ve bilinçaltını rahatlatmak için çocuklarını kullanır. 

    • Bana almadılar ama ben çocuğuma alacağım.
    • Bana yapılanların çocuğuma yapılmasına asla izin vermem.
    • Ben iyi okullara gidemedim ama o gidecek. 
    • Bana bu imkanlar sunulmadı ama ben çocuğuma sunacağım.
    • Benim gibi olmasını istemiyorum.

    Sevgili Ebeveynler,

    Herkes çocuğu için elbet en iyisini ister. En iyisini de elbet yapmaya çalışırız, yapmalıyız da… Ama bu hikayenin kahramanı siz değilsiniz, çocuğunuz.

    Ona sınır koymamanız ya da tüm dünyayı ayakları altına sermeniz, sizi daha iyi bir ebeveyn ya da daha iyi bir çocukluk geçirmiş mükemmel bir yetişkin yapmayacak. 

    Anne-baba olmadan önceki deneyimlerimiz, yaşadıklarımız, ailemiz ve izlerimiz ile barışmak bence çocuğumuz için en sağlıklısı olacaktır.

    Böylece gerektiği yerde ona sınır koymalı ve başkalarının haklarının da olduğunu hatırlatmalıyız. 

    En çok da anne-baba olarak sınırlarımızı çekmeli ve yeri geldiğinde her şeyi ona açıklama şansımız olmayacağı ve zamanı gelinceye kadar bize güvenmesi gerektiğini anlatmalıyız.

    Sevgiyle Kalın

    Derya Amaç

  • Akademik

    Bebeğime Neden Kitap Okumalıyım

    1. Dil ve okuryazarlık becerileri birbiri ile ilişkili olup bebeklikten itibaren gelişim gösterir.
    2. İlk 3 sene dil gelişimi için kritik bir dönemdir. Özellikle bu süreci iyi değerlendirmek gerekir. Bu dönemde bebeklerin algıları çok açık ve öğrenme hızları yüksektir. Dil gelişimi ile ilgili, telaffuz, farkındalık, görsel okumaya, kitaplara olan ilgi, iletişim ve sözcük dağarcığının temellerinin atıldığı bir dönemdir.
    3. Çocuğunuzla sosyal etkileşim kurmanın bir yolu da ona kitap okumaktır. Çocuğunuzla ne kadar çok iletişim kurarsanız, bağınız o kadar kuvvetlenir ve birçok konuda çocuğunuzu daha iyi anlayıp, doğru yönlendirmelerde bulunabilirsiniz.
    4. İletişim becerilerini kuvvetlendirmiş olursunuz. Böylece kendini ifade ederken daha rahat ve öz güvenli bir birey olabilir
    5. Çocuğunuzu okula hazırlamış olursunuz. Öğrenmekten okumaya, okumaktan öğrenmeye kolay bir geçiş yapabilirler. Kitaplar ona daha yakın olur ve okumanın birçok bilginin kapılarını açan bir anahtar olduğunu bilerek okumaya-yazma öğrenimine daha ilgili olur.
    6. Etkin dinleme ve dikkat becerileri gelişir. Dinlerken sorular sorar ya da kendince sorgular. Her sorgulama yeni bir zihinsel şemayı da beraberinde getirir. Aslında çok basit gibi görünen bu kitaplarla çocuğunuzun karakterini şekillendirirsiniz.
    7. Kitaplardaki karakterler sayesinde çocuk kendisinin ve başkalarının duyguları anlamlandırmayı öğrenebilir. Beden dili, sözcükler, duygular arasında görsel okuma yaparak bağ kurar ve bunu gerçek hayatına yansıtarak empati yeteneğini geliştirir.
    8. Hikayelerden dersler çıkarabilir. Farklı deneyimleri görme şansı olur. Farklı hayatları, karakterleri, olayları, davranışların sonuçlarını, iyiyi, kötüyü, bazen her ikisini bir arada, bazen de tehlikeli ya da güvenli olanı görebilir. 
    9. Farklı bakış açıları kazandırır. Her hikaye, her karakterim gözünden farklı yansıtılır, işte empati ile kastedilen de bir bakıma budur. 
    10. TTT üçgeninden (tablet, televizyon, telefon) onu uzaklaştırır. Bazen bir karakter tv de izlemektense hayalinde kurgulamak daha keyiflidir. Bu nedenledir ki filmi çekilen hiçbir hikaye kitabı kadar etkileyici gelmez. Çünkü en güzel hikaye hayal gücümüzle yazdığımızdır.
    11. Hayal dünyası genişler ve hayal kurma becerisini arttırır. Bazen bitmeyen bir hikayeyi birlikte tamamlarsınız, ya da sonunu tahmin etmeye çalışırsınız. Belki resmi olmayan bir karakteri çocuğunuz zihninde çizer. 
    12. Eğlenceli vakit geçirir çünkü kitap okuma bazen bir dramaya (canlandırma) dönüşebilir. O sırada bir başkası olup, bambaşka bir hikayeye dahil olabilirsiniz. Emin olun bazen kendi hayatınızdan sıyrılıp çok uzaktaki bir masal köyünün kraliçesi olmak size de iyi gelecektir.
    13. Sakinleşmesine yardımcı olur çünkü kitaplar her insanı bulunduğu ortamdan başka bir yere götürme gücüne sahiptir. 
    14. Belki hayatında hiç görme şansı olmayacağı ülkeleri, iklimleri, hayvanları görme şansı olur. Sonuçta bir kutup kurdu görmek için hiçbir zaman erken değildir.
    15. Çünkü yapabilirsiniz.

    Sevgiler

    Derya Amaç

  • Akademik

    Yemek Yemiyor

    Bebekler / çocuklar 2 nedenle yemek yemez:

    1. Biyolojik nedenler
    2. Psikolojik nedenler

    Eğer tüm testler yapıldığında doktorunuz bir sorun görmüyorsa büyük ihtimalle yemek yerken isteksiz olma nedeni psikolojiktir.

    Her insan hayatta kalma iç güdüsüyle doğar.

    Dolayısıyla beslenme zorunlu bir ihtiyaçtır.

    Ben psikolog değilim. Yanlışım varsa düzeltin lütfen:

    • Bir çocuk istemediği halde ağzına zorla yemek itelemeye çalışmak ne kadar sağlıklı?
    • Bu fotoğrafta sorun yetişkinde mi yoksa çocukta mı sizce ?
    • Çocuk tadını sevmemiş olabilir.
    • Ağzına pütür gelmiştir, yutmakta zorlanmış ya da rahatsız olmuş olabilir?
    • Karnı aç olmayabilir.
    • Diş çıkarıyor olabilir.
    • Başı ağrır, karnı ağrır söyleyemez, iştahı yoktur o esnada tüm bu nedenler olabilir.

    Bazen onların konuşamadığını ama yaptıkları her eylemin bir nedeni olduğunu ve bir birey olduklarını unutuyoruz.

    Kandırarak bir iki kaşık daha vermeye çalışmayı hepimiz yapıyoruz zaman zaman. Çocuk oturmak istemiyordur masada iki kaşık daha yesin diye oyunla yedirmeye çalışırız.

    Ama her şeyin bir sınırı vardır.

    Bedeni üzerinde gereğinden fazla hüküm kurmak, çocuğu baskılamak ve yok saymaktır.

    Belki biraz fazla sert olabilir dilim bu konuda şimdiden üzgünüm fakat çocuğun burnunu kapatıp, nefes almak için mecburen ağzını açtığında kaşığı ağzına sokan yetişkinler gördü bu gözler. Çocuğa verilen mesaj:

    • Senin bedenin üzerinde bir hükmün olamaz aç olup olmadığına ya da bir şeyi isteyip istememediğine ben karar veririm. 

    Bir de ilkokula gitmesine rağmen hala kendi yemeyen güzel çocuklarımız var. Anne yanında refakat ediyor ve hızlıca bitsin diye yemeği kendi yediriyor habire. Sanki yemek yemek aradan çıkması gereken ve hızlıca hallolması gereken bir angaryaymış gibi…

    Hatta tv karşısında ne yediğinden haberi olmadan annesinin yedirdiklerini sorgulamdan yemeyi kabul etmiş kuzular.

    Bazen diyorum ki keşke televizyonlar, telefonlar, tabletler birden yok olsa yeryüzünden.

    İnsanlar ailece masada otursa, herkes kendi tabağıyla meşgul olsa. Çocuk anne babasını görerek yemek yemeyi öğrense. O masada sohbetler olsa, sıkıntılar, mutlu anlar paylaşılsa. 

    Ama şimdiki çocuklar anne babayı da pek yemek yerken görmüyor. Anne hızlıca çocuğu yedirip aradan çıkarıyor o eylemi ki, kendisi rahat rahat yiyebilsin.

    Özetle kendi şahsi düşüncem:

    1. Bırakın elleriyle yesin, masasını, yerleri batırsın. Her dönemi o kadar hızlı geçiyor ve o kadar hızlı büyüyorlar ki. Bir bakıcaksınız her geçen gün daha da az kirleniyor masası.
    2. Bırakın yemek seçsin. O da bir birey ve o gün bamya yemek istemediyse sevdiği bir meyveyi ya da makarnasını yesin. Bebekler de bizler gibi belli dönemlerden geçebilir. Bir anı bir anını tutmayabilir. Söyleyemediği bir sıkıntısı olabilir. Evet uğraştırıcı ama sonucuna değer.
    3. Kaşık verin eline, kendi yemesi için onu destekleyin. 
    4. Yediği yemeklerin isimlerini söyleyin mutlaka ve tatlarını tarif edin. “Bu pekmez oğlum/kızım biraz tatlı. Peynir daha tuzlu. Çorba sıcak, limon ekşi.” Çocuk ne yediğini bilsin. Ne istediğine karar verebilsin. Şimdilerde Sarp 16 aylık. Yeni gördüğü yemeği parmağı ile işaret ediyor ve “Hmm?” diyerek benden tarif etmemi istiyor. Adını, tadını, içinde ne olduğunu anlatıyorum.
    5. Sizi yemek yaparken izlesin. Öğrenme kulesinde ya da sandalyesinde; yemek yaparken, içine koyduğunuz besinleri öğrenmesi yemeğe karşı olan ilgisini arttırabilir. Örn; birlikte kek yapıyoruz; karıştırma ve un, kabartma tozu ekleme görevi Sarp’ta. Karışımı hemen yemek istiyor ama pişene kadar sabretmek zorunda. Bu bekleyiş bile keki daha kıymetli bir hale getiriyor.
    6. Sevdiği şeylerle bir arada yedirmeye çalışıyorum bazen de sevmediklerini ama kandırmak kolay olmuyor her defasında. Tabii ki pes eden ben oluyorum. Onun istekleri karşısında pes etmek aslında ona saygı göstermek ve bu bizi daha kötü değil daha iyi bir ebeveyn yapar emin olun.
    7. Çocuğunuzun TTT (tablet, tv, telefon) karşısında ne yediğini bilmeden yedirmek yerine; yemek yemenin tadına vararak ve bundan keyif alarak yemesi için lütfen destek olalım. Çocuk yediğini görmeli, tatmalı, dokunmalı ve tanımalıdır. 
    8. Hangi karışımlarım bir arada lezzetli olabileceği konusunda ona fikir verin. Krebini bala batırıp yiyebileceğini gösteriyorum bazen. Bazen de çorbasına limon sıkabileceğini…

    Peki ben çok mu mükemmelim?

    Tabii ki hayır.

    Çok zorlandığım zamanlarda telefondan müzik açtım ama ekranını masada ters çevirdim. Şarkı söyleyerek yemek yedik. Bir yandan hayvan seslerini tarif ettim. 

    Bazen çok strese girdim, insanız her an sakin ve çok huzurlu olmuyor. O zaman da kendimi mutlu eden müzikler açtım ya da baktım stres oranım yüksek ve Sarp yemiyor, anında yemek yedirmeyi bıraktım ve yarım saat, bir saat sonra meyve-yoğurt denedim. Çünkü o şekilde hala yemek yedirmek için uğraşmak hem çocuğuma hem de bana zarar verecek bir ortam oluştururdu. 

    Çocuklar bizlerdeki stresi hemen hisseder. Önce biz mutlu ve huzurlu kalmak için kendimize alanlar yaratacağız ki bu huzuru bebeğimize aktarabilelim. 

    Sağlıkla Kalın

    Derya AMAÇ