• Akademik

    Konuyu Bir Türlü Anlamıyor!

    İlkokul 2. Sınıfa yeni geçmiş olan öğrencimle matematik çalışıyoruz. Konu “Doğal Sayılar” ve öğrenciden beklenen bilişsel beceri ise;  belirtilen iki çokluğun bir diğerinden ne kadar az ya da fazla olduğunu işlem yaprak bulması.

    15 sayısı, 7 sayısından kaç fazladır?

    Sizin için çok basit değil mi? Hemen çıkarma işlemi yap ve aradaki farkı bul. 

    Ama çocuklar için durum o kadar basit değil maalesef. Her çocuğun gelişim hızı aynı olmamakla beraber kimi çocuk bu sorunun mantığını hızlı bir şekilde kavrarken, kimisi anlamak için o kadar uğraşmasına rağmen sanki ilk defa soruyu görüyormuş gibi bakmaya devam edebilir. Bu durum bize çocuğun zekası ile ilgili değil, bilişsel gelişimi ile ilgili bilgi verir.

    Nesneleri büyüklüklerine göre kıyaslama veya sıralama becerisi; ilkokulda (7-10 yaşları arasında) edinilir. Kimi çocuk 8 yaşını doldurmadan, kimisi de 9 yaşın içinde bu beceriye sahip olabilir. 

    Örnekle açıklamak gerekirse; eşit yürüme alıştırmaları deneyimine sahip iki bebekten biri yaşına girmeden yürürken, diğeri 13 aylıkken yürüyebilir. Bu tamamen bebeğin bilişsel anlamda hazır olmasıyla alakalı bir durumdur.

    Bkz. 👉🏼 Bilişsel Olgunluk

    Eğer ben 7 aylık bir bebeği yürütmeye çalışırsam ve bunu yapamadığı zaman zeki olup olmadığını sorgularsam; anormallik bende mi olur, bebeğimde mi? 

    İşte tam olarak da bahsettiğim durum, çocuğumuzun hayatının yalnızca bebeklik döneminde değil, ergenlik de dahil birçok döneminde söz konusudur.

    Bazen siz en iyi şekilde somutlaştırarak anlatsanız bile, çocuk bilişsel anlamda hazır değilse konuyu kavrayamayabilir.

    Peki ne yapmalı ?

    • Kendisinde bir sorun varmış gibi “Kaç defa anlattım, niye anlamıyorsun, dinlemiyor musun sen beni?” gibi söylemlerle güven kırıp, kötü hissettirmeyelim.
    • Karşımıza elbet çıkmaya devam edecek olan bu soruları somutlaştırarak, çocuğun aktif olmasını sağlayarak anlatmaya devam edelim.
    • Çocuğumuza zaman verelim ve ona güvenmekten lütfen vazgeçmeyelim.

    Sevgiler

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Yeme Beni !

    Bazen yetişkinler olarak karşımızdakinin çocuk olduğunu unutup, hayatı bizim gibi algıladıklarını zannediyoruz. Böyle zamanlarda kafası ciddi anlamda karışmış bir çocuk gördüğümde gerçekten üzülüyorum.

    Hemen konuya giriyorum.

    Ah şu deyimler, ah şu benzetmeler !

    50’li yaşlarında tatlı mı tatlı bir hanımefendi yeni tanıştığı 3,5 yaşındaki Eda’ya şirinlik yapmak istiyor ve Eda kendisiyle ilgili bir şeyler anlattığı sırada hanımefendiden cevap:

    -Yeme beni! (Kahkahalar)

    Eda kocaman olmuş gözlerle, şokla hanımefendiye bakıyor ve:

    -Ben yemek yiyorum ki!

    Hanımefendi:

    -Kahkahalar…

    Bu esnada Eda kahkahaları da anlamlandırmaya çalışır bir ifade ile biraz kızgın biraz şaşkın…

    Günlük hayatta o kadar çok karşılaşıyorum ki bu tür diyaloglarla:

    -Dikkatini ver! 

    -Dilin ne kadar uzun!

    -Ay yicem o ağzını!

    -Senin bacaklarını kırarım!

    -Dilini tut…. ve daha birçoğu

    Dilinin uzun olduğunu söylediğinizde, gerçekten dilinin diğer insanlara göre ölçü birimi olarak daha uzun olduğunu düşünen bir çocuğun yerine koyalım kendimizi.

    Ya da bacaklarını gerçekten tutup kıracağınıza inanan…

    Peki ya ağzını gerçekten yerseniz?

    Çocuk için hiç olmadık yerde, sohbet gayet normal ilerlerken birden böyle anlamsız ve şok edici cümleler duyması nasıl hissettirir acaba?

    Bir de üzerine gülüşmeler; sizin anlayamadığınız bir durum olduğunu hissetmeniz ve küçümsenme hissi.

    Peki neden mi böyle?

    Daha önce de bahsettiğim gibi 11 yaşına kadar çocuklar “Somut işlemler döneminde” kabul edilir ve soyut olan bu benzetme ya da deyimleri doğru algılayamazlar.

    Birey yetiştirirken hep daha fazla zamana ihtiyacımız vardır.

    İşler asla hızlı ilerlemez.

    Olayları doğru bir şekilde açıklamak için zaman verelim.

    Seviyesine inelim,

    Empati kurarak, doğru sözcükleri seçelim.

    Sevgiyle Kalın

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Uykudan Önce 4 Soru

    Yoğun ve yorucu bir günden sonra akşam olduğunda tek istediğimiz şöyle ayaklarımızı uzatıp dinlenmek.

    Ama çocuğumuzun sağlıklı beslenmesi için yemek düşünülmeli

    Yine temiz giysiler giyebilmesi için çamaşırlar yıkanmalı

    Bir de ödevleri unutmamak lazım…

    Peki ya en önemlisini atlıyorsak!

    Biz yanında değilken onu duygusal anlamda gerçekten olumsuz etkileyen bir olay yaşamışsa ve yönlendirmemize ya da desteğimize ihtiyacı varsa…

    Her bebek doğuştan getirdiği bazı karakter yapıları  ile doğar. Bizler ebeveynler olarak olumsuz olanları törpüler, olumlu davranışları kazandırmaya çalışırız.

    Ama okula başladığı anda artık her an onun çevresinde olamayız. 

    Olmamalıyız da zaten. İnsan sosyal bir varlıktır ve üç yaşından itibaren sosyal yaşamında ailesinden bağımsız bir birey olmayı öğrenmesi gereklidir. 

    Peki bu durumda ne yapalım?

    Aslında çok basit bir yöntemi var.

    “Çocuğumuzla sağlıklı bir iletişim kurmak.”

    • Öncelikle çocuğumuz bizden korkma-malı. Korku bir eğitim yöntemi değildir. Maalesef hâla toplumumuzda çocuğun, anneden veya babadan çekinirse yanlış yapmaktan da çekineceği düşünülmektedir. 
    • Korku yalnızca aile içerisindeki paylaşımı azaltır ve çocuğumuzu yalan söylemeye iten bir duygudur.
    • Ona “Her şeyi ailesi ile  paylaşabileceğini  söylemeli ve doğrusu ya da yanlışı ile onu sevmeye devam edeceğimizi hissettirmeliyiz.” 
    • Çocuğumuza, “başkalarına zarar vermediği sürece” hata yapmanın doğal olduğunu ve hayatın bir parçası olduğunu anlatmalıyız. Bu kısmı çok önemlidir; böylece kendi sınırlarının bittiği yerde, bir başkasının sınırının başladığını bilmeli ve herkesin alanına saygı göstermeyi öğrenmelidir.
    • Her akşam çocuklarımızla günün nasıl geçtiği hakkında mutlaka konuşmamız ve paylaşımda bulunmamız gerekir. 

    Yukarıdaki maddeler sağlandıysa; her gün uyku öncesi 4 soru:

    1. Bugün seni en çok mutlu eden şey ne oldu?
    2. Bugün seni üzen bir olay yaşadın mı?
    3. Bugün ne öğrendin?
    4. Benimle paylaşmak istediğin bir şey var mı?

    Biz de kendi günümüzden, yaşına uygun olan anılarımız ve duygularımızdan bahsedebilir; çocuğumuzla sağlıklı bir bağ kurabiliriz.

    Sevgiyle Kalın

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Etkili Bir Planlama Nasıl Olmalıdır?

    Anaokulunda ya da ilköğretimin ilk iki senesinde eğitim gören çocuğumuz “saat okumayı” henüz bilmediği için 24 saatlik zaman dilimini bölerek sağlıklı bir planlama yapmak ve buna uymak konusunda bir hayli zorlanırlar.
    Bu nedenle çocuklarımıza plan yaparken, bir olay sıralaması kullanmalıyız.
    Örn. okuldan döndükten sonraki planlamamız için:

    • Yemek
    • Park/Fiziksel Aktivite
    • Ödev
    • Dinlenme
    • Ödev
    • Meyve saati
    • Ailece sohbet (tv, oyun vb.)
    • Diş fırçalama vb. ihtiyaçlar
    • Kitap okuma
    • Uyku, gibi bir olay sıralaması yapılabilir.

    Planla ilgili önemli hususlar:

    • Planlama mutlaka çocuk ile yapılmalıdır.
    • Plan görünür bir yere asılmalı ve takibi ebeveyn rehberliğinde “çocuk” tarafından yapılmalıdır.
    • Fiziksel aktivite olmadan çocuğumuzun sakin bir şekilde ödevine konsantre olmasını bekleyemeyiz. Bu nedenle planda mutlaka fiziksel aktivite de olmalı.
    • Genellikle uyku öncesi uzun süreli tv önerilmez. Uykudan önceki süreçte çocuğumuz olabildiğince az uyaranla karşılaşmalı. (Uykudan önceki son 20-25dk)
    • Ödev başında geçirilen süre 30dk yı aşmamalı (ilkokul öğrencimiz için)
    • Dinlenme süresi 15-20dk olabilir.
    • Bu noktada okulda yaşadığı yorgunluğu dikkate alırsak esnek davranmak gerekir.
    • Dinlenme aralıklarında “Bu alan sana ait, I pad dışında istediğin şekilde değerlendirebilirsin.” bilgisi verilirse motivasyon artabilir.
    • Hafta içi araştırma ödevleri esnasında kullanımı dışında ı pad önerilmez.
    • En önemlisi saate dikkat etmek ve çocuğu doğru yönlendirmektir.
    • Çocuğumuza sürelerinin bittiğini haber vereceğimiz konusunda da bilgi vermeliyiz.
    • Saati okumayı bilmese de duvarda dijital olmayan bir saat evde mutlaka bulunmalıdır. Böylece “10 dk sonra yelkovan 6’nın üzerine gelecek ve derse başlayacağız.” demek bile önemli bir ön öğrenmedir.
    • Elzem durumlar dışında plana uyulması konusunda kararlı ve tutarlı olmalıyız.

    Sevgiler
    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Covid Sürecinde 2. Sınıfa Geçmek…

    Covid salgını sürecinde maalesef dünya genelinde birçok öğrencinin eğitimi sekteye uğradı ve bu öğrencilerden bazıları, tam da okuma-yazma öğrenmeleri gereken dönemde, en temel eğitimlerini evden devam ettirmek durumunda kaldılar.

    Fakat öğretmenleri ve akranları ile belli bir disiplin içerisinde, yüz yüze ve temas halinde gerçekleşebilecek eğitim ile evdeki arasında ister istemez farklar oluştu.

    Velilerimizin çalışma hayatı ve çocukların kısıtlanan sosyal hayatı işi daha da zorlaştırdı.

    Bu süreçte sizlere nacizhana “Evde neler yapabiliriz?” ya da okullar açıldıktan sonra öğretmenler ciddi bir planlama ve eğitim sürecine girdiğinde “Çocuğumun eğitimine evden nasıl destek verebilirim?” in cevaplarına biraz bakalım.

    • Mutlaka bir planlama şart. Evde gün içerisinde çocuğumuzun yapması gerekenleri kendisiyle birlikte planlamalı ve uyması konusunda destek olmalıyız.
    • Planda ders başında bir defada geçirilen süre en fazla 35 dk olmalı.
    • Planlamada çocuğumuzu mutlu etecek etkinlik- oyunlara da yer vermeliyiz.
    • Fiziksel aktiviteler çocuklar için beslenme ve uyku kadar önemlidir. Yaşadığımız bölgede parklar kalabalık ise ev ortamında egzersiz, dans, çocuk yogası gibi aktivitelere yer verilebilir.
    • Günde 3-4 cümle dikte çalışması yapılabilir.
    • Bir sayfa da olsa mutlaka kitap okunup, üzerinde konuşulabilir. Okuduğunu anlama becerisi için bu çok önemlidir.
    • Anahtar sözcükler belirlenip, kısa hikayeler yazılabilir. 
    • Birbiri ile ilişkisiz kelimeler içeren tombala kutusu hazırlanıp, çekilen kelimeler ile cümle kurma oyunları oynanabilir.
    • Bunların yanında ailece kutu oyunları oynanabilir.
    • Film akşamları düzenlenip patlamış mısır eşliğinde, ailece çocuk filmleri izlenebilir.

    “Etkili bir planlama ilkokul seviyesindeki bir çocuğa nasıl yapılmalıdır?” o da bir sonraki yazımda.

    Sevgiyle Kalın

    Derya AMAÇ

  • Bilişsel,  Duygusal,  Sosyal

    Oyuncaklardaki Tehlike

    Henüz ilkokula gidiyordum. O zamanlar sokaklar evcilik oynamak için daha güvenliydi. Arkadaşım bezelye yiyen oyuncak bebeğini getirmişti. Kaşığı bebeğin ağzına yaklaştırdığınızda, bezelyeye bağlı yaylı mekanizma pıt diye kaşığın içine kaçıyordu ve bebek kaşıktaki bezelyeyi yemiş gibi görünüyordu.

    Ben de bundan etkilenerek o günden sonra yeşil, küçük ve şirin bezelyeleri, tıpkı o bebek gibi pıt diye yiyivermeye başladım. 

    Bir başka hatırladığım oyuncak anım ise; barbie bebeklerimin boylarına göre aşırı küçük ve asla yere tam olarak basmayan ayaklarıydı. Sürekli bebeği yere doğru bastırıp, ayaklarını benim gibi tam basması ve benim gibi yürümesi için çaba harcardım. Ve eminim geçmişte bunu yapan çocuk sadece ben değildim. 

    Ayrıca barbilerimin simli farlarına ve abartılı rujlarına dokunur, onlar gibi makyaj yapmaya çalışırdım. 

    Oyuncaklarımla oynamayı bırakıp, öğretmen olmam arasında yaklaşık 12 sene var. Neden mi bunu söylüyorum?

    Öğretmenliğe başladığım senelerde 1. sınıf çocuklarımın okula getirdiği oyuncakları gördüğümde dehşete kapıldığımı hatırlıyorum.
    Bu 12 senede ne değişmiş olabilir?

    Şu an piyasada olan oyuncakların yanında;  suratında bir ton makyaj olan ve aşırı zayıf bedenleriyle, asla spor ayakkabı giymeyen barbie bebeklerimiz son derece masum kalıyor. 

    Ki geçmişteki barbie bebeklerin son yıllardaki güzellik algısını oluşturduğu ve plastik cerrahiyi ciddi oranda destekleyen bir plan olduğunu fark etmemek de mümkün değil.

    Günümüzde bebeklerin anormal vücut yapılarından tutun, giyimleri, makyajları, organları, üzerlerine eklenen tuşları ve çıkardığı sesler ciddi boyutlarda anormal. 

    Çocuk oynadığı oyuncağın günlük hayatta gördüğü kişilerin ve kendisinin görünümüne pek de benzemediğini elbette fark ediyor.

    Fakat bu farkındalık onun zihninin bilinçli kısmı.

    Bu tür oyuncakların çocuklarımızın bilinç altına ne gibi etkileri olduğunu kontrol etmemiz mümkün değil ve biliyoruz ki davranışlarımızı asıl yönlendiren “bilinç altımızdaki” deneyimlerimizdir.

    Anormal olanı normal göstermeye çalışan ve çocuklarımızın algısını yönetip kendilerine pazar oluşturmayı hedefleyen dünyadan çocuklarımızı korumak yine bizim elimizde. 

    Televizyonda bir haber görmüş ve inanılmaz etkilenmiştim. Bir anne çocuklarının zihinlerini temiz tutmak amacıyla normal vücut yapılarına sahip olan bebekler satın alıyor, makyajı olan bebeklerin yüzünü asetonla silip onun yerine, tatlış gözler ve çiller yapıyordu. 

    Nasıl güzel bir emek…

    Gelecekte ayakta kalabilmek için birçok firma çocuklara dönük reklamlar, kitaplar, oyuncaklar, çizgifilmler, videolar üretir. 

    Maalesef dünya düşündüğümüzden daha korkunç bir yer. 

    Çocuklarımızı bunlardan korumak ise bizim en temel görevlerimizden biri diye düşünüyorum. 

    Sevgiyle Kalın

    Derya AMAÇ

  • Duygusal

    “Aferin”i Abartınca

    Çocuklarımız özellikle 7-11 yaş aralığında bir işi başarabilme noktasında “kendilerine güvenme” ihtiyacını fazlasıyla hissederler. Bu yaş aralığında pekiştirilmesi gereken duygu “bir işi başardığında yaşadığı tatmindir.”

    Bu nedenle öğretmenler çoğunlukla çocukların hatalarına değil başarılarına odaklanmayı tercih ederler. Fakat yalnızca başarılarını değil, yapılan her olumlu davranışı, ya da sorun çıkarmadan gerçekleştirdiği her eylemi (örneğin yemeğini kendisi yemesi gibi) abartılı ve yavan bir aferinle taçlandırırsak bu durum çocuk için bazı riskler oluşturur.

    Nedir bu riskler?

    • Gerçekleştirdiği bir çok davranışın altında “kabul görme, pekiştirilme, onaylanma kısacası aferin alma” amacı vardır.
    • Bu durum iç disiplini ve motivasyonu düşürür. Öğrenci kendi yaşadığı tatmin için değil, dışarıdaki insanları memnun etmek adına davranış geliştirmiş olur.
    • Geliştirilen bu davranışlar da asla kalıcı olmaz ya da uzun vadede bir fayda sağlamaz.
    • Onay kaynağı ortamda olmadığı zaman bu davranışın, çocuğun kendisi için hiçbir anlamı yoktur ve davranış asla kalıcı olmaz.

    Peki çocuğumuzu nasıl taktir edeceğiz?

    -Öncelikle bebeklikten itibaren “Aferin, Harikasın, Vauvv süpersin.” gibi söylemlerden uzak durmak şart. 

    Bebekler doğaları gereği çok yüksek bir öğrenme isteği ve motivasyonla dünyaya gelirler. Çok meraklıdırlar ve yetişkinleri taklit ederek öğrenirler. Bizim yaptıklarımızı yapabildiklerinde büyük bir tatmin yaşarlar.

    Bebeklik yıllarından itibaren, bebeğimizin bilişsel, duygusal, sosyal ve bedensel gelişimini olabildiğince desteklemeli, merakını gidermesi için ona güvenli bir ortam sağlamalıyız. 

    Oyun oynarken ona rehberlik etmemiz yeterlidir. Aşırı müdahale ile bebeğimizi pasifize etmemeliyiz. Hatta öğrenmeye odaklandığı durumlarda sıfır müdahale ile yalnızca gözlemci pozisyonunda kalmalıyız. 

    Çocuğumuzun öğrenme alanını karmaşıklıktan uzak bir şekilde zengin tutmalı, becerilerini etkin kullanabileceği materyallere ulaşmasını sağlamalıyız. 

    Bunun sonucunda ilkokula başlayana kadar zaten öğrenme isteği kaybolmaz ve muazzam bir iç motivasyon geliştirebilir.

    7-11 yaş aralığında ise yine aşırı söylemler yerine gerçek anlamda farklı bir beceri sergilediğin de ya da ciddi bir emek harcayarak başarı elde ettiğinde, gerçekçi ve detay içeren düşüncelerimizden bahsetmemiz çocuk için daha motive edici ve anlaşılır olur. Aynı zamanda detaylandırdığımız bu söylemlerde tabiri caizse “Gaz vermiş” değil “Yönlendirmiş” oluruz. 

    Örnek verecek olursam:

    Verilen araştırma çalışmasını tahtada sunarken, arkadaşlarına asla arkasını dönmeyen ve sunum sonunda arkadaşlarını da soru-cevap yolu ile çalışmasına dahil eden öğrencime, sunumu bittiğinde:

    “Sunum boyunca arkadaşlarına dönük olman, onlarla göz teması kurman açısından çok iyi oldu. Böylece arkadaşların seni dikkatle dinledi. Ayrıca hazırladığın sorular için çok emek vermiş olmalısın. Seni bu çabandan dolayı tebrik ediyorum. Sunumun çok başarılıydı.” gibi bir dönüt sağlamam yerinde olur. 

    Çocuklarıma sınıf içerisinde, sunumlarını yapmadan önce mutlaka “ İyi bir sunum nasıl gerçekleştirilir?” bunun hakkında bilgi veririm.

    Ayrıca öğrencime teşekkür etmeden önce velimin bu araştırma ödevinde; rehber mi yoksa araştırmayı yapan kişi görevini mi üstendiğini anlamaya çalışırım. Ki bu zaten ilk bakışta anlaşılır. 

    Konuya dönecek olursak; abartılı veya yavan bir aferinle çocuklarımızın egosunu şişirmektense; detay vermek, emeği için teşekkür etmek ya da yaratıcılığını kutlamak yeterlidir.

    Egosu aşırı doyurulan çocuklarımız bir sonraki yazımda. Sevgiyle kalın  👋🏻

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Ödev Yaptıramıyorum

    Anne babaların çoğu, çocuklarının ödevlerinin sorumluluklarını almalarını ister. Çocuklarının yarın okula gittiklerinde eksik ödevle gitmemesini, arkadaşlarının gerisinde kalmamasını ya da öğretmeninin verdiği görevi yerine getirmiş olmalarını isterler. 

    Fakat her zaman durum böyle olmaz.

    Çünkü taktir edersiniz ki oyun çağında olan bir çocuk, en az 8 saat derse girdikten sonra hâla atması gereken çok enerjisi vardır ve zihin ciddi anlamda yorulmuştur. Bu durum istek ve odaklanmayı büyük oranda etkiler. 

    Verilen ödevlerin azlığı ya da çokluğu hatta ödevlerin gerekliliği ayrı bir tartışma konusudur. 

    Fakat en iyi bildiğim şey de şudur ki:

    Ödev velinin değil, öğrencinin bir sorumluluğudur.

    Veli olarak bu sorumluluğu paylaşmak bile başlı başına bir gerginlik sebebidir.

    Hadi şimdi çatışmaya neden olan diğer sebeplere gelelim:

    • Veli olarak evde ya da iş yerinde siz de yoğun, stresli bir gün geçirmiş olabilirsiniz. Yapmak istediğiniz son şey ödev yapması için çocuğunuzu zorlamaktır.
    • Hatta öyle ki yoğunluk ve okul nedeni ile bütün gün zaten çocuğunuzla vakit geçiremediniz. Evde akşam üstü geçirmek istediğiniz kaliteli zaman dilimini de, ödev işgal etmiş ve elinizden almıştır. 
    • Bir an önce ödevi tamamlayıp bu sorumluluktan kurtulmak ve çocuğunuzla ya da kendinizle vakit geçirmek isteyebilirsiniz. (Ki en doğal hakkınız.)
    • Fakat çocuğunuz bırakın ödev yapmayı, masaya oturup ödeve başlamayı bile reddeder.
    • Siz okulda ilgisiz bir ebeveyn gibi görünmek istemezsiniz ve bu düşünce sizi daha da strese sokar.
    • Diyelim ki ödeve oturdunuz ve “Oku bakalım şu problemi. Sence nasıl çözeceğiz?” dediniz. Ama çocuğunuz konuyu anlamamış. İşte bir stres daha. O kadar emek verip, ona iyi imkanlar sunmak için tüm gün çalıştınız. Karşılığı bu mu olmalı?
    • Problemi çözemeyen çocuğunuza kendi bilginiz dahilinde yardımcı olmaya ve konuyu tekrar anlatmaya çalıştınız. (İşte öğretmenler ve öğrenciler için en büyük sorun burda başlar)
    • Konunun ilerleyişi, yaş düzeyine uygun öğretim yöntem ve tekniklerini, konunun kazanımları ve ödevin öğretmen tarafından veriliş amacını hiçe sayarak yapılan bu iyi niyetli müdahale; hem öğretmen-öğrenci ilişkisine, hem de öğrencinin akademik ve sosyal yaşantısına yapılan en büyük kötülüktür. 
    • Öncelikle konuyu çok büyük ihtimalle öğretmenden farklı ya da yanlış bir yöntemle anlattınız.
    • Sizden sonra öğretmen bu yanlış öğrenileni düzeltmek için daha fazla çaba harcamak durumunda kalacaktır.
    • Her şeyden önce “ödev” konunun anlaşılabilirlik boyutunun somut olarak gözlemlenmesinde öğretmen için büyük bir belgedir.
    • Siz bu belgede yanlış yönlendirmelerle, öğretmenin konuyu kavratamadığı öğrencisini görmesine ve üzerinde durmasına, farklı yöntem ve tekniklerle konuyu tekrar etmesine engel oldunuz.
    • Gelelim yukarıdaki engellenen sosyal gelişime. Ödevini yapmayan öğrenci, öğretmen tarafından zaten uyarılır ve ödevini yapmanın öğrencinin sorumluluğunda olduğu öğretmen tarafından da bilinmektedir. Veliye düşen görev yalnızca evde ödev yapılabilmesi için sağlıklı koşulların sağlanmasıdır. 
    • Müdahaleniz sonucunda öğretmen başka ip uçları görmediyse, ödevi teslim aldığında öğrencinin konuyu anladığını düşünür ve birebir çalışmaya gerek duymayabilir. Böylece yalnızca günü kurtarmış olursunuz ve öğrencimiz uzun vadede akademik sorunlar yaşar.
    • Bir diğer olumsuz sonuç; çocuğunuz her ödevi birlikte yapmanızı bekler.

    Ödevde anne ya da baba desteği yalnızca öğrenci okuma-yazmayı tam anlamıyla öğrenene kadardır. Sonraki süreçlerde anne ortamda olmamalı, öğrenci ödevini kendi başına, kendi çalışma alanında yapmalıdır. 

    Öğrencinin masa başında oturma süresi 35 dakikayı geçmemeli, molalar konusunda esnek olunmalıdır.

    Ödev yapılırken her sorudan ya da sayfadan sonra değil, ödev tamamen bittiğinde; aile şöyle bir kontrol yapmalı ve süreci geri plandan takip etmelidir.

    Öğretmen ile iletişimler çocuk üzerinden değil, farklı bir kanaldan birebir gerçekleştirilmelidir.

    Oyun çocuklarının ödev yaparken sıkılması ve hızlıca bitirmeye çalışması normaldir. Bu noktada veliler olarak sabırlı ve öğretmen ile iletişim halinde olmamız yeterlidir. 

    Sizler anne-baba olarak ne çocuğunuzun ne de öğretmenin sorumluluklarını asla üstlenmeyin.

    Önemsenmesi gereken en temel şey; Mutlu çocuklar yetiştirebilmektir. 

    Evinizde huzuru, bolca duygusal ve sosyal iletişimi sağlayıp, ailece kaliteli zaman geçirmek için fırsatlar yaratıyorsanız; devamı çorap söküğü gibi gelecektir.

    Ödev yaptırma çabaları sırasında, anne-babaların olumsuz tutum ve davranışlarından ciddi anlamda etkilenen çok öğrencim oldu. 

    Çocuklar tamamladıkları ya da tamamlamadıkları yüzlerce ödevi unutuyor, 

    Dört işlemi ya da ödevdeki problemleri eninde sonunda kavrıyor,

    Fakat maruz kaldıkları söylemleri ya da davranışları asla unutmuyor.

    Çocuklarımızın zihninde kalıcı bıraktığımız izlerde çiçekler açmalı.

    Anların fotoğrafı güzel hatırlanmalı.

    Sevgiyle Kalın

    Derya AMAÇ

  • Duygusal,  Sosyal

    Teknoloji Çağı ve Sosyal İletşim

    En son ne zaman sokakta oyun oynayan çocuklar gördük ?
    Saklambaç, Körebe, İstop, Yakantop, Yağ Satarım, Eski Minder, Ebe Tura ve dahası…

    Sizi bilmem ama benim gördüklerim çoğunlukla yan yana geldiklerinde bile ı pad üzerinden oyun oynuyorlardı. Teneffüste bahçede oynayanların da teneffüsünün yarısı anlaşmazlıklarını çözme çabası ile geçiyordu. 

    Şimdi büyüklerimiz gibi “Nerede o eski zamanlar? Her şey daha güzeldi.” demeyeceğim. Çünkü hiçbir zaman diliminde her şey çok güzel olmaz.

    Yaşadığımız çağda teknoloji ciddi bir ilerleme içerisinde ve çocuklarımız elektronik bir çağın içinde doğuyorlar.

    Bunu görmezden gelmek, çocuklarımızın yaşadığı çağ içerisinde onlara büyük haksızlık olur. 

    Fakat her şey kararında güzel diye düşünüyorum. Bir araya gelen çocuklar teknolojik yönlerinin gelişiminin yanında sosyal iletişim, oyun kurma ya da birlikte kuralları olan oyunlar kurup bunları uygulayabilme becerisini de edinmeliler.

    Ne kadar fazla teknolojik bilgileri olursa olsun, bu bilgileri ileride ekip olarak bir fikir üretmek amacı ile  kullanabilecek becerilere sahip olmazlarsa, elde ettikleri bilgilerin de bir anlamı olacağını düşünmüyorum. 

    İnsan her şeyden önce sosyal bir varlıktır.

    Bebeklerin erken dönemlerde akıllı telefon kullanabilmeleri üstün bir beceri değildir. 

    Önüne her gün belli süre telefon konulan bir şempanze de aynı beceriyi edinebilir.

    Ama insanı hayvanlardan ayıran en temel etken bilişsel kapasitelerinin yanında duygusal ve sosyal kapasiteleridir. Bir arada, kurallar çerçevesinde yaşmalarını sağlayan da budur. 

    Alfred Adler’e göre birey sosyal bir varlıktır ve sosyal olarak yaşama becerileni edinemediği sürece mutlu olamaz. 

    Sevgiyle Kalın

    Derya AMAÇ

  • Akademik

    Mekanik Okuma


    Çocuklarımız okuma-yazma öğrenimi sırasında önce sesleri tanır. Sesleri bir araya getirerek heceler oluştururlar ve ardından heceleri birleştirerek okumaya geçerler.

    İşte bu esnadaki okuma “mekanik okuma”dır.

    Zihin sesleri birleştirme ve doğru ifade etmeyle bir hayli meşguldür. Bunun doğal bir sonucu olarak da “okuduğunu anlama” becerisini devreye sokmak için biraz daha zamana ihtiyacımız vardır.

    Hiçbirimiz takılarak ilerleyen bir müziğin sözlerini doğru düzgün anlayamayız ya da melodisinde bir akış olmayacağından dinlemek rahatsızlık verici olabilir.

    Dolayısıyla okuma hızı arttığında, noktalama işaretlerinin doğru kullanımı ve vurgu-tonlama devreye girdiğinde; etkili bir okuma gerçekleştirilebilir.

    Fakat biz yine de en başından, her okumada okunan kelime ya da sayfa sayısı yerine “anlamlı okuma”ya odaklanalım.

    Okunan bir sayfa üzerine konuşup, keyif almaya çalışalım. Böylelikle “okuduğunu anlama” becerisinin ediminde daha hızlı bir dönüş alabiliriz.

    Sevgiyle Kalın

    Derya AMAÇ